Nişancık’ın Kaleminden Geyve Boğazı

İrfan Özdilek Nişancık kimdir? 20 Ocak 1963 yılında Adapazarı Serdivan'da doğan Nişancık, ilk ve ortaokulu Mithatpaşa Okulu'nda, liseyi Adapazarı Endüstri Meslek Lisesi'nde okudu.İrfan Özdilek Nişancık, İ.T.Ü. Sakarya Meslek Yüksek Okulu İnşaat Bölümü'nden mezun olduktan sonra, 1984 yılında Adapazarı Belediyesi'nde memuriyete başladı.23 Ocak 2013 tarihinde Sakarya İl Özel İdaresi'nden emekli olan Nişancık, 1985 yılından beri Sakarya Yerel Tarihi üzerine araştırmalar yapıyor.

    BİR İRFAN NİŞANCIK YAZISI DAHA…

    irfan Özdilek  nişancıkYıl 2012; aylardan temmuz. Ayın 18’i Geyve Boğazı’nın başladığı Karaçam Köyü’nün girişindeyim. Düşüncem dağlara çıkmak ve oralarda bilinenleri bilinmeyenleri yazacağım yazılarda kaleme almak.

    Başlangıç noktam “Sivrikaya”. Sivrikaya Eskişehir gidiş yönü üzerinde “Elmalık Tepesi”nden az beride bir tepe. Üzerinde kalan kuzeyde “Simonet Bayırı” var. İlginç değil mi “Simonet” ne demekse. Durun telaşlanmayın onu bilmiyoruz diye bir durum yok ortada “maalesef onu da biliyorum”. İnanamayacaksınız ama “biliyorum”. Esasında bir yerin yerle tarihine, tarihçiliğine, ya da araştırmacılığına soyunan biri için elzem olanlardan biri de “çevresini tanımak” amma öyle-böyle bir tanımak değil hani-yani. Ciddi ve anlaşılabilir anlamda tanımak ve tanıdığını bilebilmek. Allah için bu durumda bize zamanla yer edindi, gitmekte bilmiyor.

    Şimdi “simonet” ……

    Doğu Ermenicesinden gelen bir kelime aslında. Aslı İngilizcede “simon” kök olarak var. “Erkek, adam, er kişi” anlamlarına geliyor. Ama kelime “simonluk”tan çıkıpta “simonet oldu mu “-et” takısı almış oluyor ki anlamı tamamen farklı hale geliyor. “-et” takısı ağırlıklı olarak Ermenicede bulunmakta. Kısmende “Doğu Ermenicesi”nde. Peşine takıldığı kelimeye ilk anlamı ile tamamen ters bir anlam daha kazandıran ek olarak karşımıza çıktığı olur, çoğu kere. Mesela bunu şöyle açıklayabiliriz. “Trompet” kelimesini ele alalım. “tromp”, “binanın bir bölümünü tutmaya yarayan köşe kubbesi” anlamını taşırken sonuna aldığı “-et” eki ile “bir ağızlık ve kendi üstüne kıvrılmış silindir bir borudan oluşan nefesli çalgı” anlamını alır hale gelir. Ya da “pus” kelimesini ele aldığımız da pus, “sis, duman” anlamına baliğ olurken sonuna aldığı “-et” eki sayesinde “elle sürülen hafif, küçük, çocuk arabası” karşılığı ile denklik bulur bir anda. Buradaki “simonet”te bu tarz bir anlam değişimine uğramış bir kelime. Yalnız burada şunun anlaşılması bizi rahatsız eder, ne “trompet” kelimesi ne de “puset” kelimesi Ermenice değil aksine örnekleme için seçilmiş iki kelimedir. “Simonet” kelimesi de İngilizce “simon” kelimesinin Ermeniceye geçerken sonuna gelen “-et” hecesi ile “dinsel görevleri satma, satın alma” veya “kutsal eşya satıcılığı” ve “kutsal tutulan şeylerden kar menfaat çıkartma” anlamını takınan yeni bir kelime olarak yerini alır. İngilizcede bunun kelime karşılığı “simony”dir. Yani Karaçam Köyü üzerindeki “Simonet Bayırı”nın “simonet”i “kutsal eşya satıcılığı” anlamını içeren bir isimle anılır ki bu durum bu coğrafyanın geçirdiği tarihsel süreç içinde bu tür bir ticaretin yapıldığı yerler olarak ön planda yerini alır.

    Bahsettiğimiz güzergâhın Baharat Yolu, İpek Yolu üzeri veya yakını coğrafyada yer alması kutsal haç, ikon ya da dinsel ritüele sahip kap-kaçak satışının yapıldığı yerler ile alakalı olduğu inancına sahip bulunmaktayım ki, önceki dönemlerde bir Pazar yeri, bir ticaret merkezi durumunda olan ancak bu özelliğini sonradan kaybeden Fevziye, Akçay ve İlimbey bu ifadelememize en uygun ve en yakın bölgelerden sayılır. Açıkladığımız bu hale aksi bir ifade de bulunan var ise onunla bu konuyu tartışmaya açmaya “etimolojik” olarak yeterli olduğum inancım ile hazırım. Gelelim lafı uzatmadan “Simonet Bayırı”nın etrafındaki “Oluklutaş Deresi” ile “Çatal Deresi”nin birleşerek “Karaçam Deresi” adını alarak “Fındıklık Tepesi”nin ve hemen altında da “”674’lük Çan Tepesi”ne ve altındaki “Balaban Kayası”nın eteklerinden “Vartankel Tepesi”ne kadar akıp gelişine getirmeye. Az önce anlatmaya çalıştığımız durum burada da karşımıza çıktı. “Vartankel”den bahsediyorum. “Vartan”ın tek başına herhangi bir anlamı yok ancak “Vartan”ın tek hali ile Ermenice bir “soy isim olarak kullanıldığı malumunuz”. Okunuşu da fonetik olarak “va’r’daan” olarak yapılmakta. Bunun yanı sıra “varta”nın anlamı var tabii ki. “Va’r’ta”, “tehlikeli durum” demek bilindiği üzere; Eskiden kullanılırdı, bilirsiniz. “Vartankel” halini alınca da durum daha değişik bir sonuç vermekte. Kelimenin “vartankel” halinin anlamı “ortada herhangi bir sebep yokken kayıp olan şey” anlamı ile karşılığını bulmakta, Doğu Ermenicesinde. Anlayacağınız ilk hali son hali arasında anlam çerçevesinde uyumsuzluk söz konusu. Unutmadan yukarıda bahsettiğim “Çantepesi”nin adının neden “Çantepesi” olduğu konusunda Ermenice, Rumca ve Osmanlıca kaynaklardaki araştırmalarım ve incelemelerim devam etmekte… Bulduğum ve bir yazı konusu haline getirilebilir duruma geldimi sizlerle bunu da paylaşmak isterim.

    Şimdi bu yazdıklarımızın tam karşısını gezelim birde isterseniz.

    Yani Sakarya Nehri tarafını.

    Oraya Eski adı ile “Hacımat” bir diğer hali ile “Hacıbey” olan Ahmediye’den başlayalım. Hacıbey adı 1959’lara kadar varmış, sonra 1960 sonrası değiştirilmiş olduğu söylenmekte. Kayıtlarda pek bulamadım ancak 1960 öncesi önemli haritalarda yörenin ve köyün adı “Hacıbey” olarak geçmekte ve hatta “Adliye”nin adı da “Hamidiye” olarak. Hamidiye, adlı köyleri daha önce Sakarya Yenihaber Gazetesi’nde bu köyleri bir makale halinde sıralamıştım. Mesela “Alandüzü”nün, “Çınardibi”nin, mesela Arifiye İstasyon Mahallesinin adı daha önce Hamidiye idi. Dahası “Sapanca Muradiye”nin, Karasu “Aziziye”nin, Akyazı Ahmediye’nin, Hendek Şerefiye’nin, Karasu Selahiye’nin isimleri öncesinde “Hamidiye” ile anılırmış. Padişah II. Abdülhamit 27 Nisan 1909 tarihinde tahtan indirilip yerine Mehmet Reşat padişah olunca bu köylerin isimleri de değiştirilme ile karşı karşıya kalmışlar. “Vartankel Tepesi”nin hemen altında da “Tunağılı Tepesi” vardır ki yüksekliği “Çan Tepesi” kadar yoksa da ondan aşağıya kalacak kadar değildir; tam 531 metre rakıma sahip bir tepedir, “Tunağılı Tepesi”. Gelelim “Tunağılı”nın anlamına. Bütün bundan önce “tun” kelimesinin anlamını bilmek gerekir, sanırım. Kelime Divan-ı Lügati-t Türk’te iki anlamı ile karşımıza çıkmakta. İlk anlamı ile “dinlenme, döllenme” ikinci anlamı ile de “kadının ilk çocuğu” ya da “kadının ilk kocası” anlamlarını karşımıza getirmektedir. Güncel Türkçe Sözlükte de anlamı “gizli yer, köşe bucak”; Kişi Adları Sözlüğü’nde de “Tun” erkek ismi olarak “gönül rahatlığı” anlamını içermekte. Türkçe Sözlükte “taraf, semt” olarak anlam bulan kelime Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü’nde “saygı gösterilen, saygın”, “fırın üstü, fırın kenarı” ya da Afyon yöresinden gelen anlamı ile de “fırının bir bölümü” olarak bilinmektedir. Karşımıza çıkan anlamların ışığında durumumuza en yatkın ve yakın anlamın “dinlenme, döllenme” olduğu daha kolay görülecek olup, bu mevkiinin “hayvan dinlenme ağılı” olarak kullanıldığı. Bunun da en yakın karşılığı “çiftlik”tir.

    Evet, bu sonuca geldiğimizde de yazımıza konu olan durumu görmekteyiz. Padişah II. Abdülhamit Han’ın birkaç yıl önce açıklanan mal varlığı içersinde dikkatimizi çeken “Geyve-Balaban Çiftliği” yerleşkesinin bu “Tunağılı Tepesi” ve çevresi coğrafyanın olduğu. Bölge coğrafyası çiftlik arazisine ve fiziki şekline uygun olup aynı bölgenin 1959 sonrası haritalarda “Çiftlik Mevkii” olarak adlandırıldığı gözlenmektedir. Hemen altında kalan “Gocuryatağı Mevkii”nin de Edirne ve çevresi coğrafyada “küçük kardeş”, Isparta ve Yalvaç çevresi coğrafyada da “büyükanne” anlamı ile karşılığını bulan “gocu”dan esinlenerek “kardeş yatağı” anlamını alması ile diyeceğimizi adeta kuvvetlendiren bölgenin Padişah II. Abdülhamit Han’ın mülkü sayılan “Balaban Çiftliği” olduğundan şüphemiz kalmamakta. Burada “çiftlik” ve “kardeş yatağı” nın birbiri ile ilintilendirilmesinin dayanağı olarak şunu gösterebiliriz. Osmanlı sarayında kimi çevrenin İstanbul dışında bulunan mülkler üzerindeki binalarda hanedan mensuplarına ait olanlarda bulunan bina, yapı ve diğer usul yerleşim mekânlarının saray ile kardeş olduğundan hareket ederek kurulan bir yaklaşımsal yakıştırmadan başka bir durum değildir. Öyle ya tarih biraz “etimoloji”, çokça “coğrafya” birazcıkta “sosyoloji” değil midir? Bizimkisi “coğrafi sosyolojik yerel tarih”ten başka bir şey değil aslında. Sizce nedir bu yaptıklarımızın karşılığı, bunu da merak etmiyor,değilim.

    Artık yazımızda son sözlerimizi söylemek istiyorum.

    Sizin huzurunuzda 2013 senesi içinde başlayan dostluğumuz, 2013-2014 Yeni Yayın Dönemi’nde de devam edecek gibi. Mevcut durum ve beğeni onu göstermekte. Buna yazılarıma göstermiş olduğunuz 9 bin 103 tıklanma ve okunmayı “şahit göstermek isterim”. Bu tıklanma ve okunma benim için kendi alanımda bir rekor. Bu halen İstanbul ve yurtdışında gördüğüm “omurilik tedavisi” içinde son derece mutlu kılıcı bir hal. Ne mutlu bana ki sizlerin okuyacağı yazıları yazabiliyor, konuları sizlere aktarmada zorluk çekmiyorum. İnşallah bundan sonraki yazımda konum “Geyve Coğrafyası Kayalıkları” olacak. O yazıda Ayıoynağı’ndan tutun Domuzyatağı’na; Ayıyuvarlandı’dan tutun Akbaba Kayası’na; Kuşkayası’ndean tutun Kedikayası’na kadar bütün yalçın kayaları anlatmaya çalışacağım.
    Şimdi kalın sağlıcakla..

    Yayınlama: 10.06.2014
    Düzenleme: 10.06.2014 19:14
    1.119
    A+
    A-
    Bir Yorum Yazın

    Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

    Henüz yorum yapılmamış.