İlme Açılan Kapı “KIRAATHANE”

Trabzon Maçka doğumlu, kalabalık bir ailenin en küçük ferdi.Bolca gezmeyi seven, bir gün değil hergünün huzuruna muhtaç bir kitap sever.Yaşamı, mutluluğun formülü kabul etmiş bir kütüphaneci.E tabi hislerini en güzel kalemiyle anlatabilen okur yazar…

     İLME AÇILAN KAPI ‘ KIRAATHANE’  

    Sırr’ ul Esrara muttali, dünya ve ahirette tek Rabbimiz;  kalplerin sahibi, hikmet sahibi…Sen’ i can- ı gönülden anar ve yanlız Sen’ den dileriz. Bizleri doğru yola ilet. Bizlere sebat ihsan eyle… 

    Melik olan Allah’ın adıyla… 

    En güzel kelam yalnız Sana’ dır. 

    İlim denilince insanların aklına ilk gelen, eğitim kurumları olarak da kabul edilen okul, medrese ve her türlü halk eğitim merkezleridir. Günümüzde kıraathaneler daha ziyade çay, kahve ağırlıklı bazen çeşitli eğlence oyunlarının oynandığı ve oynatıldığı mekanlar olarak zihnimize sirayet eder nedense. ‘Nedense’ dediğime aldanmayın dostlar. Zira nedeni, kullanım alanlarından çok belli aslında… 

    Bu kadar çok konuşacak ya da yazacak konu varken neden ‘ kıraathane’ dediğinizi duyar gibiyim. Yazımın sonunda sorunuzun cevabı katiyetle karşılık bulacaktır. Hatta bu kadar önem arz ederken neden ilk değil, dahi diyebilirsiniz. İlim öğrenmenin yaşı olmadığı gibi yeri ve zamanı da yoktur. Hatta, tarihte ilmin ilk öğrenilmeye başlandığı yerdir kıraathaneler. Onlarca, yüzlerce örnek sayılabilinir. Sadece okul değil öğrenme merkezleri ya da vakit değerlendirme yerleri. Bugün herhangi bir yerde, herhangi bir çocuğa kütüphanenin yerini sorsak, ya hiç bilmez ya da zorlanarak cevap verir. Kıraathenelerin yerini tarif etmek ise hiç zor değildir onlar için. Öyle ki, cevapları ‘adım başı’ olacaktır. Peki günümüzde kullanılan kıraathaneler, geçmişteki anlamını ya da mahiyetini ne kadar kapsıyor? Nasıl bir süreç geçirmiş, beraber bakalım. 

    ‘Kıraat’ Arapça kökenli bir kelime olup  ‘okuma’ anlamını taşımakta, ‘hane’ ise hepimizin de bildiği üzere ‘ ev’ anlamındadır. ‘Okuma evi’ olarak hayat bulan kıraathaneler, tarih sayfalarında hep yer bulmuştur kendine. Öyle ki yer bulmakla kalmamış, adeta kültürün, örf ve geleneğin ilk ortaya çıkış yeri olmuştur. İlk kıraathane ya da kıraat meclisleri İslamiyet öncesinde ozan, kam, baksı gibi adlarla anılan kişilerin, ellerinde kopuz adı verilen sazla etrafını çevreleyen topluluğa destanlar söyleyerek tarih sayfasında yer buldukları bilinmektedir.  

    İslamiyetteki ilk kıraathane örnekleri,  bizlere İslam tarihinin kapılarını aralar. Öyle ki ilk kıraathaneyi, Mekkeli bir müslüman yapar. Amacı ise müslümanların bir araya gelip halleşebilecekleri, İslami tebliğ derdini paylaşabilecekleri ve belki de en önemlisi selamlaşabilecekleri bir ev tahsis etmekti. İlerleyen zamanlarda, amaç gayesine fazlasıyla ulaşmış, uzaktan ya da Mekke dışından gelen müslümanlar Kabe ile buluşmadan önce bu evlerde dinlenmiş, aynı zamanda bedeni de ibadete hazırlamışlardır. İslamiyetle beraber kıraathanelerin kullanım alanları oldukça genişlemiş ve camilerin yanı başında namaz öncesinde de sonrasında da Kur’ an sohbetlerinin yapıldığı, macera, dini- ahlaki hatta kahramanlık içeren kitapların okunduğu ve dinlendiği meclisler olmuştur. Osmanlı’ da ise kıraathanelerin ilk örneklerine İstanbul’ da rastlıyoruz. Bu dönemlerde daha çok ‘güzel konuşmaların toplantı yeri’ olarak kullanılmıştır. Kimi zaman bekleme yeri ve kimi zaman ticarethane merkezleri olmuştur. 

    Türk göçlerinin yoğun olduğu dönemlerde, halkın yeme- içme, barınma ihtiyaçları kadar eğitim ihtiyacı da hep ön planda tutulmuştur. Eğitim ihtiyacını karşılayan ise, ilk olarak kıraat meclisleri yani okuma meclisleri olagelmiştir. Basit bir kültür değil kıraathane kültürü. Öyle ki Dede Korkut Hikayeleri, Köroğlu Destanı, Tahir ile Zühre, Keloğlan, Leyla ile Mecnun, Hikaye- i Derdiyok, Zülfüsiyah, Kerem ile Aslı gibi nice destan ve hikayeler bize kadar nasıl gelebilirdi?. Kıraathanelerin yanında köy odaları denilen meclislerde, dini- tasavvufi kitaplar da okunurdu. İlk Mevlid’ i, Muhammediye’ yi, Envarü’l Aşıkın’ ı; Hz. Ali Cenknamelerini, Battalgazi, Danışmendgazi ve Saltuknameleri; Kıssa- i Yusuf’u İbrahim Edhem’ i nasıl öğrenirdik ?. Daha yazı olmadığı dönemlerde bu hikayeler ve destanlar nasıl şevkle anlatılır ve dinlenirdi öyle değil mi? . 

    Bir hayal edin. O dönemdesiniz. Gaz lambası ışığında destanlar, masallar dinliyor veya izliyorsunuz. ‘Sen düşünme ben senin yerine düşündüm’ diyen, kişileri ve mekanı zihninize hazır sunan televizyon yok yani. Ya da kıraathane meclisindesiniz. Yiğit ve Seyyid Battalgazi geliyor kıraat meclisine. Kılıcıyla, oku ve yayıyla, islamı yayma aşkıyla geliyor. Devler ve caddarla savaşıyor. Bazen meddah can veriyor Seyyid Battalgaziye. ‘ Davranın bre kafirler, peygamber ocağının ateşini yakmaya geldik ’ diyor. Çoluk çocuk anlatılan destanı can kulağıyla dinliyor. Sadece anlatılmıyor elbet yaşatılıyor da. Halk oyunu oynanıyor adeta. Kardeşlik, dostluk paylaşılıyor bu meclislerde. Kalbi kırmak, dökmek yoktur asla. İslamın ve koca bir medeniyetin meşalesi yakılıyor. Hoş geldin Seyyid Battal. 

    Gaz lambası demişken… Ben, köyde giden elektriklerin arkasından üzülmeyen nadir çocuklardandım sanırım. – Karanlık korkum hariç tabi- Çünkü annem kesin o gece Kesikbaş Destanı’ nı anlatır, kuzenlerle yüzük saklamaca oyununu oynar ve babaannemin ‘ yatın artık sabah okul var’ haklı diretmelerine şahit olurdum. O gece kesin gökyüzüyle konuşur, anlatılan hikaye ya da destanları, çok da idrak edememekle birlikte mantık süzgecinden geçirir sonra annemin huzurlu kollarında uyuyakalırdım. Rüyamda Hz. Ali’nin ve Efendimizin yaşadığı dönemlere misafir olur, Kesikbaşı göremeden de sobanın üstünde kaynayan su sesine uyanırdım. Gün içinde de, uzun süre yaşadıklarımla hemhal olurdum.  

    Kıraathaneye giden birine sorsak, ‘ neden gidiyor sunuz? ‘ cevabı yüksek ihtimal, ‘boş vaktimi değerlendirmek için’ olur. Boş vakit demişken, bu kelimenin Türkçe karşılığı da yok zaten. Yani Türkçe olmayan bir kelime yargısı çıkarılmasın lütfen. Sadece boş vaktin karşılığı yok. Vakit her zaman değerlendirilir lakin boş olduğu için değil, değerli olduğu için. Hem bunca lüzumlu yaratılan sayısız nimet varken, yüce ilim sahibi Allah neden çok kıymetli kıldığı vakti yaratmış. Boş geçirmek için mi? Hiç sanmıyorum. Günümüzde kıraathanelerle alakalı çok güzel projeler üretiliyor. Hatta birkaç pilot bölgede kıraathaneler olması gerektiği önem ve mahiyete kavuşturulmaya çalışılıyor. Temennim, en küçük kasabalara kadar, asıl kullanılması gereken anlamı yüklenmesi ve eğitim merkezlerinden biri olması. Tam bir sosyal yaşam merkezi olabilecek öneme sahip olan kıraathaneler, çözüm olarak kapatma yolu değil, mahiyetinin değiştirilme yolu üzerinde durulmalıdır. Tam bir okuma evi olmalı. Kütüphaneler ya da bilgi merkezleri gibi kullanım alanları ve faaliyet çerçeveleri genişletilmeli. 

    Şimdi değişim zamanı. Ben, ben olarak şimdiki ve gelecek nesillere anlatılması gerekenleri var gücümle anlatmaya, kültürümüzün temel taşlarını yeniden sağlamlaştırmaya, daha fazla okumaya ve daha fazla paylaşmaya varım. Peki ya siz ?   

    Kader ÇOLAK

     

     

    Yayınlama: 25.10.2019
    Düzenleme: 29.10.2019 23:53
    1.407
    A+
    A-
    Bir Yorum Yazın

    Ziyaretçi Yorumları - 1 Yorum
    1. YİNE DÖKTÜRMÜŞSÜN KADERİM SÜPERSİN