Geyve Köyleri “tarih deryası”

İrfan Özdilek Nişancık kimdir? 20 Ocak 1963 yılında Adapazarı Serdivan'da doğan Nişancık, ilk ve ortaokulu Mithatpaşa Okulu'nda, liseyi Adapazarı Endüstri Meslek Lisesi'nde okudu.İrfan Özdilek Nişancık, İ.T.Ü. Sakarya Meslek Yüksek Okulu İnşaat Bölümü'nden mezun olduktan sonra, 1984 yılında Adapazarı Belediyesi'nde memuriyete başladı.23 Ocak 2013 tarihinde Sakarya İl Özel İdaresi'nden emekli olan Nişancık, 1985 yılından beri Sakarya Yerel Tarihi üzerine araştırmalar yapıyor.

    Geyve Köyleri “tarih deryası”

    irfan Özdilek  nişancıkGeyve ve köyleri tam bir “tarih deryası”.
    Adım atığınızda bir tarih önünüze çıkıyor.
    Söylerlerdi de bu kadar olduğunu tahmin etmezdim.
    Bilinen tarihsel değerlerinin yanında bilinmeyenlerini görmek “başka bir şey”. Geyve’de bilinen tarih değerlerini yazmak istemem
    Ancak isterseniz hatırlatmak açısından isterseniz yazalım.
    Kulfalar Köyü-Ortaköy Mevkii Arkeolojik Sit Alanı, Özel Alifuatpaşa Kuva-i Milliye Müzesi, Sinan Bey Zaviyesi/Elvanbey İmareti, II.Bayezid Köprüsü, Akıncılar Kilisesi, Süleyman Paşa Mescidi/Camii, Sinanbey Camii, Alifuatpaşa Camii, Hacı Rıfat Camii, Bozören Köyü Camii, Güney Köyü Camii, Karacaören Köyü Camii, Maksudiye Köyü Camii, Bozören Köyü Mezarlığı, Ali Fuat Cebesoy Mezarı, Çobankale, Saraçlı Roma Mezar Anıtı, Bozören Mezar Taşları ve Sunakları, Orhangazi Zaviyesi, Alifuatpaşa’daki Köprü Kalıntısı , Süleyman Paşa Köprüsü/Orhan Gazi Köprüsü/Sakarya Suyu Köprüsü, Sultan II. Bayezid Köprüsü, Balaban Köprüsü , Bektaş Köprüsü , Şerbetçiler Köprüsü , Yılanaltı Köprüsü , İciler Köprüsü , Geyve Demiryolu Köprüsü , Karaçam Demiryolu Köprüsü, İçeler Demiryolu Köprüsü, Süleyman Paşa Mescidi/Camii, Sinanbey Camii, Alifuatpaşa Camii, Antakyalı Ali Efendi Evi, Sabahattin Berber Evi/Geyve-Bağlarbaşı, Alifuatpaşa İstasyon Binası , Bağlarbaşı Köyü Çeşmesi. Bütün bunlar tarihi eser olmanın yanında “kültür varlığı” olarak da tescilli. Fakat bilinenlerin dışında bilinmeyeni “görmek daha bir güzel”.
    Burada “bilinmeyen”deki kastım “kendime ilişkin bir ifade”.
    Belki bu satırları okuyanlar içinde “bilinmeyen bir durum”.

    Önceden programlanmış görevim nedeni ile
    10 Kasım günü Geyve İlçesi Çine Köyü’ne gittim.
    2008 yılı Ramazan Ayı’nın ikinci haftasında Geyve’nin Şehren Köyü’ne gittiğimde görmüştüm, Antik Çağ taşlarını, Frenk Mezarlığı’nı ve Dalak Suyu Kaynağı’nı. Ardından da köyün Göynük Çayı kenarındaki “musalla taşı” olarak kullanılan Bizans Dönemi lahitlerini boyanmış şekilde görmüştüm.

    Aynısı ile “vaki” bir olayı da o gün yaşadım.
    Geyve’den sola İnciksuyu Mahallesi Muhtarlığı binası solunuzda kalarak Umurbey-Ceceler-Akdoğan-Çine Grup Yolu’nu takip etmek üzere yolumuza koyulduk. İnciksuyu Mahallesi’nden çıkışta bir iki kilometre sonra sağda “Sandıkkaya Tepesi”ni solumuzda da “Çağantepe”yi geçerken “Çüküren Çeşmesi”nin isim babalığını yapıp ismini verdiği ve hemen üzerinde yükselen “Çüküren Kayası”nı geçip 179 metre rakımlı “Mezarlık Tepesi”ni sağımızda uzaklarda gördüğümüzde bulutların Geyve üstünü örttüğünü gördük. Ardından sonbaharın sarılığını, kırmızılığını ve yaprakların düşüşünü türlü tonlarda yaşamaya başladık. Umurbey’in rampalarını ve taşlı yollarını geçerek tarihi hamamını solumuza alıp “Ceceler Köyü” Yolu’na ayrıldığımızda Özel İdarenin ruhsatlı hammadde ocağını geçip solda İkitaş Tepesi’nden isim alıp “İkitaş Kayası” adını alan kaya grubunu ardımızda bırakarak sağımıza Hacıpınar Deresi’nin gelişi kolay oldu. “Hacıpınar Deresi”nin üzerine yapılan yeni menfez yolun bir önemli virajını ortadan kaldırmaya yeterli olacak gibi görünüyor.

    Ceceler Köyü’ne girişimizi sağımızda kalan Baklakaya kaya grubu ile görüntülemek üzere Alanlar Sırtı’na yöneldik.
    Alanlar Sırtı’ndan “Baklakaya”yı izlemek hele ki sonbaharın sarılığının manzara ile çok farklı. “Karacevizler Çeşmesi”nin önünde durup Geyve’de aldığımız ünlü “Geyve Üzümü”nü yıkadık. Üzümü yemek için ayrıca bir mola vermedik ama arabada yerken Akdoğan Köyü’ne doğru yol almaya başlamıştık. Akdoğan Köyü’ne girdiğimizde yolumuzun sağında bir eski taş hem de üzerinde Grek Alfabesi ile bezenmiş yazılarla dolu bir taşı yol kenarı bir evin önünde sıradan bir taş gibi gördüm. Tarih boylu-boyunca “sahipsiz” şekilde uzanmış yatıyordu. Elimizde bulunan el GPS cihazı ile rakım aldığımızda yükseklik “417 metre”yi gösteriyordu. “Pekmeztopraklığı Tepesi”ni aşıp İl Özel İdaresi’nin 2008 yılında yaptığı “Akdoğan Göleti”ni gördüğümüzde yüksekliğimiz deniz seviyesinden “509 metre” olmuştu bile.

    Akdoğan Göleti’ni batısından gelen Yaz Deresi ile kuzeyinden gelen Kınalı Deresi ve Köy Deresi beslemekte. Üç derenin insan ve hayvan içme suyu ihtiyacı kullanımına açık sularının bulunduğu “Seva Çeşmesi”, “Sazakpınar Çeşmesi” ve “Mecitpınarı Çeşmesi”nde büyükbaş hayvanların istilasına uğramış durumda idi. Kuzey batıdan gelen “Çağlayan Deresi” göletin hemen altından akıp yoluna devam etmekte. Akdoğan Göleti’nin kuzeyinden devam eden Çine Köy Yolu’na ayrıldığımızda otlayan koyunların tabiatla bir uyum olmalarını sağlayan renklerinin verdiği ahenk öğlen sıcağının gittikçe yükselmeden dolayı yerini soğuğa bıraktığını belli etmeye başlamıştı. Hava sıcaklığı Geyve’deki sıcaklığından üç-dört derece aşağılara inmişti.

    Çine Köyü girişine kadar asfalt kaplama olan yolumuz bir anda stabilizeye dönüştü. Yolumuzun devamında bir viraj sonrasında karşımıza bütün ihtişamı ve yalçınlığı ile 766 metre yükseklikte “Gelincikkaya Tepesi” ile “Gavurharmantepesi”nden güney batıya doğru Günhoşlar Köyü’nü, Şehren’i ve Bilecik Gölpazarı ilçesinin Köprücek Köyü’nü seyretmenin hazzı ve güzelliğini yaşamazsanız yazarak ifadesi güç olur.

    Dönüşte Çine Köyü’nde 68 model Massey Ferguson traktörün sarı-lacivert sonradan yapılmış boyası ile hala tüm diriliği ve ihtişamı ile hizmet verdiğini, bir ulu çınarın dibinde başucunda “1300’de yetim kaldık, Müderris Hasan Efendi, Müderris Hacı Ali Efendi, Hoca Mustafa Efendi, Hafız Abdüsselam Efendi ve Müderris Hafız Kadir Efendi” yazılı bir mezar taşını gördüm.

    Latin Alfabesi ile yazılan bu tabelanın yanında eskisinin kırıldığını ve sadece dibinin kaldığını 1300 yılındaki kasdında aslında 1884 yılını kastettiğini orada geçen köylüler söyledi. Babaları olan Osman Oğlu Ömer Efendi’nin beş evladının “müderris”, “hoca” ve “hafız” olduğuna ve okumuşluklarına dikkat edin. Hoca ile hafızı biliyorsunuz belki “müderris”i de. Ama biz yine de “müderris”in “ders veren, ders vermeye yetkili kimse” olduğunu yine yazalım.

    Yayınlama: 06.06.2013
    Düzenleme: 06.06.2013 22:49
    3.484
    A+
    A-
    Bir Yorum Yazın

    Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

    Henüz yorum yapılmamış.