Anadolu’ya Giden Bütün Yollar Geyve’den Geçiyor. İşte Geyve Tarihi

Anadolu’ya Giden Bütün Yollar Geyve’den Geçiyor. İşte Geyve Tarihi

ANADOLU’YA GİDEN BÜTÜN YOLLAR GEYVE’DEN GEÇİYOR

85858Yazar Mustafa Turan Geyve Tarihini kaleme aldı.

GEYVE TARİHİ
Tarih boyunca genellikle insanların toplandıkları ve yerleştikleri bölgelerin, sulak ve ikliminin insan hayatına uygun ve güzel yerler oldukları görülmektedir. Çünkü su olan yerde hayat vardır. Suyun yanında geniş ve verimli arazilerin bulunması, tarım ve hayvancılık için ideal bir ortam oluşturur. Böyle özellikleri bulunan bölgeler, tüm insanların ilgi odağı olduğu için, Geyve ve çevresi gibi, jeopolitik önemi ve ekonomik potansiyeli olan yerlerde yurt tutmanın, elbette bir faturası da olacaktır. Bu bakımdan tarih boyunca bu coğrafya bütün kavimlerin ilgisini çekmiş ve değişik topluluklara ev sahipliği yapmıştır.

Ayrıca gerek Geyve Boğazının, gerekse Kocaeli Yarımadasının stratejik konumu, değişik zamanlarda bu bölgede yaşayan tüm topluluklar için hayati bir önem arz etmiş; bu yüzden diğer ulusların da iştahını kabartmıştır. Yüzyıllar boyu bölgenin sık sık el değiştirmesi ve çatışma alanı olması, bu durumun doğal bir sonucu olmalıdır.

Öte yandan bir yerin gelişiminde ve canlanmasında, yol güzergahında bulunması çok büyük avantaj sağlar. Yaklaşık iki asır devam eden Haçlı seferlerinden Büyük İskender’in Asya seferine, Yavuz Sultan Selim’in doğu ve güney seferlerinden Kurtuluş savaşındaki Kuvayı Milliye’nin hareket alanlarına kadar; Geyve hep köprü vazifesi görmüş ve kilit rol oynamıştır. Gerçi bölgenin zaman zaman savaş alanı içinde yer alması ve talan edilmesi nüfus hareketlerinde çok önemli oynamalar meydana getirmiş, ancak bu durum Geyve’nin cazip yerleşme bölgesi olma özelliğini kaybettirmemiştir.

Ticari açıdan ise, Baharat Yolu ve Lidyalıların oluşturduğu Kral Yolu’nun bir kolu da Geyve’den geçer ki, bu anlamda da Geyve’nin ne derece önem taşıdığı bariz bir şekilde görülür.

mustafa turan-geyve-tarihi-

GEYVE TARİHİ HİTİTLERLE BAŞLAR

Geyve yöresinin bilinen tarihi Hititlerle başlamaktadır. Çünkü Anadolu’da ilk siyasi birliği Hititler kurmuşlardır. Bu dönem M.Ö. XIII. Yüzyıllara rastlar. M.Ö. 1200 yıllarında Hint-Avrupa asıllı ve Deniz Kavimleri denen topluluklar, Friglerle birleşerek Hititlere son vermişlerdir. Bu kez Frigler Sakarya Irmağı ile Büyük Menderes’e kadar olan bölgeye sahip oldular. Sonra da hakimiyet alanlarını doğuda Kapadokya, batıda da Kilikya (Adana)’ya kadar genişlettiler. Başkent ise Gordion şehriydi. Sakarya Irmağı ile Ankara arasında yoğunlaşan Friglere M. Ö. VII. Yüzyılın ilk yarısında Kafkasya üzerinden Anadolu’ya gelen Kimmerler son vermiştir. Friglerin bu bölgede yaşadıklarına dair en önemli kaynaklardan biri de Geyve’ye komşu olan Gölpazarı kazasında Frigya Kralına ait kral mezarının bulunmasıdır. Aynı dönemde Ege bölgesine Lidyalılar hakim olmuşlar ve hakimiyet alanlarını Sakarya ve Geyve’yi de içine alacak şekilde genişletmişlerdi. Ancak milli bir ordu meydana getirememeleri, Lidyalıların ömrünün kısa sürmesine yol açmıştır. Pers Kralı Kynos (Kirus), Mısır ile ittifak yapan Lidya Kralı Krezus’u yenerek, M.Ö. 546’da Lidya Devleti’ne son vermiş ve Anadolu’nun hemen tümüne hakim olmuştur. Anadolu’yu satraplıklara (eyalet) ayırarak yaklaşık 200 yıl yöneten Pers hakimiyetine, Büyük İskender Çanakkale Boğazı’nı ve Granikos Irmağını (Biga Çayı) geçerek M. Ö. 334 yılında Issos Savaşında kazandığı zaferle son vermiştir.

geyve-tarihi-

GEYVE ROMALILARIN HAKİMİYETİNDE

Artık bu tarihten itibaren Geyve yöresi ve dolayısıyla Anadolu’da Büyük İskender’in hakimiyeti altına girecek, onun ölümüyle de bu bölge Selevkosların hissesine düşer. M. Ö. 280’de Selevkos’un ölümü üzerine Selevkoslar Krallığı 4 kısma bölünüyordu ki, Geyve bölgesini de içine alan Bitinya Krallığı Kuzey Batı Anadolu’da kuruluyordu. M.Ö.133’te Romalılar Bergama Krallığı’na son verdiler. M.Ö. 74 yılında ölen son Bitinya Kralı IV. Nikomedes de vasiyetinde Bitinya ülkesini Roma’ya bırakmıştı. Böylece Anadolu’nun ele geçirilmesinde önemli bir ilerleme kaydeden Romalılar, yaklaşık bir asırlık bir mücadeleden sonra Anadolu’nun büyük kısmına hakim oldular. Bu dönemde Geyve yöresi de Roma hakimiyetinde kalmıştır.

İç karışıklıklar ve dış saldırılarla M.S.III. yüzyıldan itibaren Roma’da zaaf alametleri görülmeye başlandı. Hıristiyanlık halk arasında hızla yayılırken, 313’deki Milano fermanıyla serbest bırakılmış, 381’de de Roma’nın resmi dini olarak kabul edilmişti. M.S. IV. Yüzyıl başlarında birliğini ve gücünü kaybeden Roma İmparatorluğu, bu kez de 375 yılında meydana gelen Kavimler Göçü ile tamamen sarsılıyor ve parçalanıyordu. 395’de Roma’nın merkezi Roma olan Batı Roma İmparatorluğu ve merkezi İstanbul olan Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu diye ikiye ayrılmasından sonra, Anadolu Doğu Roma’nın hissesine düşmüştür ki,

Geyve bu kez de Bizans hakimiyeti altına girecektir. 476’da Batı Roma yıkılırken Eski Çağı da beraberinde götürecektir. Doğu Roma ise 1453’de Fatih’in İstanbul’u fethine kadar dayanacak, ama o da yıkılırken Orta Çağı beraberinde götürecektir.

Bizans döneminde, özellikle de İmparator II. Justinianos (Justinyen)’in hüküm sürdüğü 527 ile 565 yılları arasında Anadolu’ya ve İstanbul’a önemli ölçüde bayındırlık yatırımları gerçekleştirmiştir. Adapazarı’nın güney batısında eski Sakarya Irmağı üzerinde yapılan II. Jüstinyen Köprüsü (Beşköprü), bunların en önemlilerinden biridir. 560 yılında 8 kemerli ve 429 metre uzunluğunda yapılmıştır.

MALAZGİRT: TÜRKLER ANADOLU’DA

Anadolu’ya ilk Türk akınları Hunlar döneminde yapılmış, ikinci Türk akınları ise VI. Yüzyılda Sabirler tarafından olmuştur. Ancak gerçekten yurt tutup yerleşmek amacıyla Anadolu’ya ilk Türk akınları Selçuklular tarafından yapılmıştır. XI. yüzyılın başlarında 1015 ile 1021 yılları arasındaki Kafkasya’dan Anadolu’ya keşif harekatı olarak yapılan ilk akınları Çağrı Bey gerçekleştirmiştir. Anadolu’nun fethi amacıyla girişilen esas akınlar ise, 23 Mayıs 1040 tarihindeki Dandanakan zaferinden sonra kurulan Selçuklu Devleti’nin hükümdarı Tuğrul Bey’in öncülüğünde 1048’den 1055 yılına kadar aralıklarla devam etmiş, bundan sonra da her yıl akınlar sürmüştür. Alpaslan da Çağrı ve Tuğrul Beyler gibi Batıdaki genişleme siyasetine devam edecektir; 1064’de Ani ve Kars Kalelerini ele geçirerek, Komutanlarından bazılarını Anadolu’ya akınlar yapmaları için görevlendirdi. Bu akınlar zamanla Urfa ve Antakya yoluyla Malatya’ya kadar genişledi. Hatta zaman zaman Sakarya Irmağı’na kadar uzadı.

Bizans ise karışıklıklar içindedir; İmparatoriçe Türk akınlarını durdurmak için Romanos Diogenes (Romen Diyojen) ile evlenir 1068 ve 1069’da Türk akınlarını durdurmak için iki sefer yapan İmparator Romen Diyojen başarılı olamayacaktır.

Yeni imparator, önce Türkleri Anadolu’dan çıkarmak, daha sonra da tüm İslam ülkelerini ele geçirmek amacıyla; içinde Bizans askerleriyle birlikte Franklar, Normanlar, Slavlar, Gürcü ve Ermeniler ile Müslüman olmayan Peçenek, Uz ve Kıpçak Türkleri’nin de bulunduğu 200.000 kişilik bir kuvvetle sefere çıkacak; ancak Malazgirt’te 50 bin kişilik Alpaslan Ordusuna yenilince tüm planları suya düşecektir. 26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferi, Bizans savunma hattını yıkarken, Anadolu’nun kapılarını da Müslüman Türklere açacaktır.

BİZANS ADLİYE, PAŞALAR, MEKECE’YE KALELER KURUYOR

Hiç vakit kaybetmeyen Sultan Alpaslan, derhal Kutalmışoğlu Süleyman Şah’ı ve diğer Türk beylerini Anadolu’nun fethiyle görevlendirdi. Artık ilahi kaderin de yardımıyla Türkler için yeni bir dönem başlıyor ve önlerine Viyana’ya kadar uzanacak aydınlık ufuklar açılıyordu. Maveraünnehir, İran ve Horasan’dan akın akın gelen Türkler için de Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşması başlıyor;.Rumların büyük bir kısmı ise, Balkanlara göçmek zorunda kalıyordu. Bu ilk yoğun göçü takiben, Anadolu’ya II. Büyük Türk göçü de, XIII. Yüzyılın başlarında ve Moğol istilası sırasında olacaktır.

Selçuklu Türkleri Anadolu’da fetihlerine devamla Sakarya boylarına kadar gelince, küçülen Bizans’ın hududu Sakarya Irmağı ve Geyve Boğazı oldu.İşte tam bu noktada sınırı korumak amacıyla bir dizi Bizans kalesinin inşasını görüyoruz: Geyve’ye yakın Adliye Kalesi, Pamukova Paşalar Kalesi, Mekece Kalesi ve Geyve Boğazındaki geçidi tutan Çobankale bunlardan bazılarıdır.

KUTALMIŞOĞLU SÜLEYMAN ŞAH İZNİK’TE

1077’de İznik merkez olmak üzere Anadolu (Türkiye) Selçuklu Devleti’ni kuran Kutalmışoğlu Süleyman Şah, 1080’de Bizans ordusunu ağır bir yenilgiye uğratarak Üsküdar’a kadar ilerliyor ve Boğazlardan geçen gemilerden gümrük vergisi almaya başlıyordu. 10 yıl içinde tüm Anadolu’yu fethedecek kadar askeri ve idari deha sergileyen Süleyman Şah’ın dev projeleri ne yazık ki yine Selçuklu Şehzadesi Tutuş’un engellemeleriyle hayata geçirilemiyordu. Gerçi Melikşah’ın ölmesiyle, Süleyman Şah’ın oğlu I. Kılıçaslan Horasan’dan İznik’e gelecek ve 1092’de bayrağı eline alıp babasının yolunda yarışa devam edecektir.

Ama bu kez de Vatikan Kilisesi’nin önderliğinde yaklaşık iki asır sürecek olan Haçlı seferleriyle uğraşmak ve babasının fethettiği Anadolu’yu elde tutmak mücadelesi verecekti. Bu mücadele esnasında I. Kılıçaslan kalabalık Haçlı sürülerinin başkent İznik’i ele geçirmesiyle, merkezi Konya’ya taşıma mecburiyetinde kalacak, Haçlıların bu vahşeti boyunca, Geyve Bölgesi de Osmanlı dönemine değin elimizden çıkacaktı.

KAYI BOYU SÖĞÜT’TEN BİR İMPARATORLUK KURUYOR

1071 Malazgirt Zaferi’ni müteakip Selçuklular, Horasan bölgesindeki Türk aşiretlerini Anadolu’ya yerleştirmişlerdi. Alaattin Keykubat, Osmanlı’nın nüvesini oluşturan Kayılara Ankara’nın batısında bulunan Karacadağ’ı yurt olarak vermiştir. Söğüt ve Domaniç’i Bizans’tan Ertuğrul Bey almış, kışlak ve yaylak olarak kullanmıştır. Ancak 93 yaşında ve 1281 yılında Ertuğrul Gazi ölünce, yerine üç oğlunun en küçüğü olan Osman Gazi Kayı Aşireti’ne bey olarak seçilmiştir. “Böylece Türk tarihinin en haşmetli, en yüksek medeniyetini yaratacak, en uzun ömürlü hanedanı göreve başlamıştır.” Ama ne var ki, “Osman ve Orhan Beylerle, maiyetleri büyük bir devletin temelini kurmakta olduklarının farkında değildiler.” Elbette farkında olamazlardı. Zira Osman Bey, öylesine mütevazı bir uç beyi konumundaydı ki, direkt Anadolu Selçuklularına dahi bağlı değil, Anadolu Selçuklularına bağlı Kastamonu’daki Çobanoğullarına bağlı bir aşiret beyi idi. Ama Kayılar, gerilmiş yay gibi, ya da yayın fırlatmaya hazır olduğu bir ok gibiydiler; İnfilak etmeye hazır bir çekirdeği andırıyorlardı. “ (…) Bu aşiretçilik, göz açıp kapayıncaya kadar, dolu dizgin şahlandı.” Adeta ilahi kader de Osmanlı’ya yardım etmeyi bekler gibiydi. Çünkü Bitinya ki, Bursa, Bilecik, Adapazarı ve İzmit’i içine alan verimli ve sulak toprakların sahibidir. Bizans idaresinin zafiyet içinde olduğu bir dönemini yaşıyordu. Bu keyfiyeti kendi lehine çok iyi kullanacak olan Osman Bey, komutanları Samsa Çavuş, Akça Koca, Aykut Alp, Gazi Abdurrahman Karamürsel ile, zayıflamış Bizans idaresindeki toprakları ve kaleleri bir bir kendi idaresine katmaya çoktan başlamıştı. Gerçekte Rumeli, Anadolu’nun ta kendisidir ki, Araplarda (Bilad-ı Rum) olarak geçmektedir. Esas itibariyle Anadolu’daki Hıristiyanlara Rum denmiştir. Ayrıca Anadolu’ya Memalik-i Rum, Diyar-ı Rum, İklim-i Rum, Padişah-ı Rum gibi isimler de verilmiştir. Bizans’ın mirasçısı olarak Osmanlılara Rumi de denmiştir. Mevlana Celaleddin-i Rumi gibi. Rumeli önceleri Osmanlının Asyası, sonra da Avrupası olmuştur. Rum deyimi Anadolu’yu ifade etmek üzere bizzat Türkler tarafından da kullanılmıştır. Kuruluş zamanında ahilerin Osmanlı oluşumuna yaptıkları büyük katkı inkar edilemez. İbn-i Batuta’nın ifadesine göre, Anadolu’nun bazı yerlerinde Ahiyatü’ül – Fityan isimli ahi unsurlarının merkezleri bulunmaktadır. Özellikle Osmanlı’nın kuruluş merkezine çok yakın olan Geyve ve Gölpazarı da bunlardandır.

KÖSE MİHAL GÖLPAZARI, TARAKLI VE GEYVE’DE

Köse Mihal’in İslam’ı kabul edip Gazi Mihal adını alması ve Osmanlı hizmetine geçmesiyle bu bölgelerde geniş hizmetlerine rastlanmaktadır. Hatta meşhur Osmanlı tarihçisi Aşıkpaşazade’nin Gazi Mihal ve kuvvetlerinin hizmetlerinden bahsederken: “(…) Beraberce Geyve, Akhisar(Pamukova), Lefke (Osmaneli), Mekece, Gölpazarı tarafındaki Leblebici kalelerini almışlardır” demektedir. Gibbons ve Hammer’de de buna yakın bilgiler bulunmaktadır. Gölpazarı’nda bulunan Gazi Mihal Hanı, Camii ve Hamamı da bu tarihi tespiti doğrulamaktadır. Geyve ve çevresinde varlığından bahsettiğimiz ve Şeyh Edebali gibi dini önderler ile tekke ve zaviyelerin Osmanlı’ya yardımı tüm kaynaklarda belirtilmektedir. Hatta Osmanlı’yı Ahiyan-ı Rum (Anadolu ahileri), Gaziyan-ı Rum, Baciyan-ı Rum ve Abdalan-ı Rum gibi gönüllü teşkilat mensupları cihan hakimiyetine taşımıştır görüşü yaygındır. Geyve bölgesinin ele geçirilişini Aşıkpaşa zade şöyle anlatır: “Osman Gazi yanında yer alan gazilerle Mekece’ye varmış, Mekece savaşmadan teslim olunca Mekece Tekfuru ile Akhisara gelmiştir. Akhisar Tekfuru direniş gösterince savaşılmak suretiyle alınmıştır. Birkaç gün yürüyen Osmanlı kuvvetleri geriye dönerek Geyve’ye gelmişlerdir. Boş buldukları kaleyi ele geçiren kuvvetler, kale komutanı ve kuvvetlerini Koru (Kurd) deresinde basarak Geyve’yi Osmanlı topraklarına katmışlardır.” (4)

OSMANLI BÖLGE’Yİ NASIL FETHETTİ?

Hadi, “Fezleke-i Tarihi Osmani” adlı eserinde aynı tespit şu şekilde yer alır: “H. 700’de, Osman Gazi bu sene-i ibtidasında Karaca Hisarda kendi adına hutbe okutup halkın mesalihini görmek için kadı nasb etti. Pay-i tahtın müceddeden (yeniden) imar eylediği Yenişehre nakl ile tebasına Osmanlı dimeğe başlandı. Ol zaman Taraklı ve Geyve ve Mudurnu semtini urub İnegöl ve Yarhisar ve Koyun Hisarı kalelerini Rumlardan aldı.” Bu bağlamda, Eskişehir yakınlarındaki Karacahisar, Sakarya boylarındaki Sorkun, Gölpazarı, Geyve, Taraklı ve Göynük tarafları ele geçirildi. “Osman’ın en iyi dostu ve en sadık silah arkadaşı Köse Mihal idi. Onun tavsiye ve yardımlarıyladır ki, Bolu yolu üzerinde ilk seferini yaptı…Taraklı ahalisi tarak ticareti ile meşhur olduğu gibi, Mudurnu ahalisi de iğ imaliyle şöhret bulmuştur. İki kasaba ahalisinden aldıkları ganimetleri yüklenmiş olan fatihler grubu Geyve üzerinde Sakarya’ya mensap olan Mudurnu şehri boyunca giderek Karacahisar’a döndüler.”(5) 1298’de Bilecik, Yarhisar ve İnegöl fethedildi ve başkent Bilecik’e taşındı.

OSMANLI DEVLETİN’NİN GERÇEK KURULUŞ TARİHİ NEDİR?

1299’da çıkan Sülemiş isyanı İlhanlıları sarsmış ve Selçukluların idaresindeki gevşeme dolayısıyla Osman Bey de siyasi teşkilatlanmasını yapmıştı. Bazı tarihçiler 1299’u bu sebeple Osmanlı’nın kuruluş tarihi olarak kabul ederler. “Ananevi olarak Osmanlı Devleti’nin kuruluş tarihi 27 Ocak 1300 olarak tespit ve II. Abdülhamit zamanında bugün milli gün şeklinde kutlanmıştır. Bu tarih bizim mektep kitaplarına 1299 olarak geçmiş ve Selçuklu Sultanı Alaattin’in Osman Gazi’yi uç beyi tanımasının tarihi sayılmıştır. Fakat bu tarih, ne Osman Gazi’nin cülus tarihi, ne son Selçuklu sultanının düşme tarihi, ne de İlhanlı metbuluğundan kurtuluş tarihidir. Binaenaleyh devletin kuruluşu olarak bu tarih kabule şayan değildir. Devleti 1281’de Osman Gazi’nin cülusu ile başlatmayı tercih edenler de vardır.(6)

GEYVE (Gaikome), 1071 Malazgirt zaferini müteakiben Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşması aşamasında ele geçirilmiştir. Ancak 1096 yılında başlayan Haçlı Seferi nedeniyle, tekrar Bizans’a geçen Geyve, 1324’te Osmanlı idaresine girmiştir. Bayezit devrinden kalma Elvan Bey Medresesi ile iki katlı Geyve Hanı adeta bir Tarih abidesi gibi karşılar sizi Geyve’de.

ORHAN GAZİ’YE GÖRE; BURSA’NIN FETHİNE GİDEN YOL GEYVE’DEN GEÇİYORDU

Osmanlı, Geyve’nin çok önemli bir stratejik noktaya sahip olması avantajını sık sık kullanmıştır. Mesela Orhan Gazi Kocaeli yarımadasını ele geçirmek için Geyve’yi üs olarak değerlendirmiştir. “Osmanlıların kurumsallaşmasında ve güçlenmesinde gaziyan, ahiyan ve dervişanın büyük katkıları gözden uzak tutulamaz.

1301’de Koyunhisar zaferini kazanan Osman Gazi, ardından Osmaneli, Geyve, Akyazı ve Hendek’i alarak Sakarya’nın doğusunu elde ediyor, Mudanya’yı almak suretiyle de denizlere açılmış oluyordu.”(7) Öte yandan Bursa’nın üç taraftan yolu kesilirken İzmit yolu da açılıyordu.

1308’de Karahisar (Trikokiya) 1313’de de Osmaneli (Lefke, Mekece, Geyve, Pamukova (Akhisar) ve Gölpazarı bölgesindeki kaleler bir bir ele geçirilmişti. Özellikle Pamukova’nın ele geçirilmesi, Sakarya Nehri’nin kuzeyine doğru ilerlenmesine zemin hazırlamıştı.

Elbette ki Sakarya havzasındaki bu fetihlerin asıl amacı, Bizans’ın Anadolu kentleri içindeki en büyüğü olan ve ekonomik açıdan önemli bir merkez olan Bursa’yı ele geçirmekti.

Orhan Bey, öncelikle askeri açıdan Bursa’ya destek veren Orhaneli’yi ele geçirerek işe başladı. Bursa’nın kuşatılması ve tazyik altında kalması ile, yardım ümidini yitiren tekfur, 1326’da şehri teslim etmek zor unda kalmış ve Bursa’nın ele geçirilmesiyle, başkent Bursa’ya taşınmıştı.

GEYVE’NİN SOSYAL YAPISI VE AZINLIKLAR

Adapazarı’nın isminden de anlaşılacağı gibi, Ada’da kurulan pazara Türkler, Rumlar ve Ermeniler çevreden geliyor ve birlikte ticaret yapıyorlardı. Kaynaklarda hem Ermeniler, hem de Rumların Geyve yöresinden de geldikleri kaydına rastlanmaktadır. Bu noktadan hareketle, Geyve yöresinde etkili bir azınlıktan söz edilebilir.

Ermeniler ve Rumların yanı sıra, ayrıca gerek Adapazarı’nda, gerekse Geyve’de bulunan çingene nüfus da Mısır’daki Hıristiyan Kıpti soyundandı. 19. Yüzyılın sonlarında Adapazarı, Kandıra ve Geyve’de 330 konar-göçer Kıpti’nin yaşamakta olduğu ifade edilmektedir.

20. Yüzyıl başlarında Geyve nüfusuna baktığımızda kadın ve erkek nüfus olarak şu tabloyu görüyoruz: 8.182 Müslüman, 31.303 Rum, 6.364 Ermeni. Bu azınlık nüfusun önemli bir kısmı 1402 Timur istilası sırasında Doğu ve Orta Anadolu’dan gelip yerleşmiş Rumlar, Kurtuluş Savaşı şartlarında ayaklanarak yerli halkla mücadeleye girişip, ardından da Yunan kuvvetlerine sığınmışlardır. Geyve’deki demiryollarında çalışan Ermenilerin ayaklanmaları, 1915 yılındaki tehcire tabi tutulmaları sonucunu doğurmuştur.

SUHTE – SOFTA AYAKLANMALARI

Osmanlı Devleti’nin savaşlarda ve sınır korumasında istihdam ettiği önemli orandaki bir kitle, duraklama döneminde işsiz güçsüz kalmıştır. Daha çok karın doyurmak maksadıyla imaret ve tekkelere yönelen bu güruh suhte-softa adını alarak bir süre sonra ayaklanmış soygun baskınlara başlamıştır. Halkın can, mal ve namus güvenliğini tehdit eder duruma gelmişlerdir. Geyve de yoğun olarak bu olayları yaşamıştır. 1569’da Geyve ve Bilecik kadılarına gönderilen mektuplarda yer yer halktan bazı kişilerin bu suhtelere yardım ettikleri, bu yüzden de ayaklanmaların bastırılmasında güçlükler yaşandığı ifade edilmiştir.

“(…) Aynı yıl (1568) Geyve’de büyük karışıklıklar çıktı. Geyve kadısının raporuna göre, kasaba suhteleri mahkemeyi basarak, 3-4 kişiyi öldürmüşler; İl-erlerinin yetişmesiyle geri çekilmek zorunda kalmışlardı. Ne var ki bu yenilgiyi hazmedemeyen on beşi tüfekli 50 kadar suhte, aralarında anlaşarak kendilerine karşı olan kişilerin isimlerini tespit ettiler ve içlerinde kadının da bulunduğu bu kişilerden intikam alacaklarını duyurdular…

Geyveliler kendilerini korumak amacıyla 50 kadar adam topladılar ve bunları silahlandırmak için Kadı’dan yardım istediler. Ancak devlet, halkın silahlanmasına rıza göstermedi ve suhtelerin devletin silahlı güçleri ile izlenip cezalandırılmalarını istedi.(8)

ANADOLU’YA GİDEN BÜTÜN YOLLAR GEYVE’DEN GEÇİYOR

İstanbul’un Anadolu ile bağlantısı Üsküdar ile sağlanmaktaydı. Buradan hareketle üç yol güzergahı vardı ki, üçü de Adapazarı’ndan geçmek zorundaydı.

Orta Kol: Üsküdar-İzmit-Adapazarı-Geyve-Taraklı-Göynük-Bolu-Tosya-Amasya-Malatya-Diyarbakır-Bağdat güzergahı.

Sağ Kol: Üsküdar-İzmit-Adapazarı-Alifuatpaşa-Akhisar(Pamukova)-Lefke(Osmaneli)-Söğüt-Eskişehir-Konya-Gülek Boğazı-Adana güzergahı,

Sol Kol: Üsküdar-İzmit-Adapazarı-Hendek-Düzce-Bolu-Tosya-Merzifon-Bayburt-Erzurum-Kars güzergahı.

IRMAK Kültür-Sanat Dergisi

Yayınlama: 25.02.2015
Düzenleme: 28.02.2015 09:37
3.145
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.