O Kitabı sevdiren Adam.. Vali Orhan Alimoglu

O Kitabı sevdiren Adam.. Vali Orhan Alimoglu

Kitabı sevdiren Vali Orhan Alimoglu

O vali bir kitap seferberliği başlatmıştı adeta,

orhan alimoğlu

Orhan Alimoğlu (sağdan ikinci), Sadık Yalsızuçanlar ve Mustafa Tatcı ile  birlikte

Bir mülkî âmir olan Orhan Alimoğlu, vâli isminin başına bir de ‘merkez’i  ekledi, yalnızca akademik eğitiminden ve bürokrasiden değil; edebiyattan, sanattan beslenen biri olarak bu ismin bedelini ödemekte en önde gidenlerden  biri oldu bu şekilde. Muhammed Özbey yazdı..

Sıkça duyduğumuz bir tabirdir “sıradışı vali” tabiri. Birkaç vali hariç medyada “sıradışı vali” olarak yankı bulmak için aslında gayet sıradan icraatlar yapmak  yetiyor. Oysaki Allah u Teala’nın ism i şeriflerinden birini taşıyan mülki âmirlerin icraatları, taşıdıkları ismin ağırlığını yansıtabilmeli. (El-Vâli: Eşyanın mâliki olan ve onlarda tasarruf eden, mahlukatın işlerini yoluna koyan) Tanıdığımız bildiğimiz vâliler içerisinde belki de bu ism i şerifin bedelini  ödemekte en önlerde giden bir isim var. Hem ismiyle hem soyismiyle müsemma biri: Orhan Alimoğlu. (Orhan isminin kelime anlamı “şehrin yöneticisi, hâkimi”dir)  2006 yılının sonlarında tanıştım Orhan Alimoğlu ile. Vali konağında özel bir sohbet vardı ve arkadaşımın davetiyle ben de katılmıştım. Ürkek ve çekingen  tavrımı sıcak, samimi bir musafaha ve tanışma ile dönüştüren biri belirdi karşımda. Daha sonra kendisinden başkalarıyla tanışırken defaatle duyacağım ve duymaktan hiç bıkmayacağım o dörtlüğü söylemişti bana da:

“Gelin tanış olalım/ İşi kolay kılalım/ Sevelim sevilelim/ Dünya kimseye kalmaz”.

Sohbet henüz başlamamıştı ve oturduğu koltuktan bana seslendi: “Muhammed, bu kitabı gördün mü?” O güne kadar ne o kitabı görmüştüm ne de kitabın yazarını duymuştum. “Gel bir göz at bakalım şu kitaba” – “Ahmed Yüksel Özemre Hocamız yazmış. Galatasaray Mekteb-i Sultanisi’nde Sekiz Yılım… Tanır mısın Hoca’yı?” Aldığı “Hayır” cevabını hiç küçümsemeden bana merhum Ahmed Yüksel Özemre Hoca’yı  anlattı. “İlgini çeker mi bu kitap?” sorusuna şaşkınlıkla verdiğim “bilmiyorum”  cevabını da hiç küçümsemedi. Sohbet başlıyordu ve ben halen ismini bile bilmediğim bu insanın ne işle meşgul olduğunu kestirememiştim. Şimdi anlıyorum ki tanış olmak için isim bilmeye bile gerek yokmuş. Vâli beyin kısa tanıtımı ile Sakarya İlahiyat’tan, Felsefe-Tarih bölümlerinden birer yardımcı doçentin ve Felsefe bölüm başkanının masada olduğunu öğreniyordum. Sohbetin zevkinden o kadar mest olmuştum ki, halen masada tanımadığım kişilerin kim olduğunu  arkadaşıma sormamıştım fakat az önce ismimle hitap eden şahsa da akademik bir titr yakıştırmıştım hemen. Bu kadar bilgi ve anlatım ile “profesör” olma ihtimali yüksekti.

 Bir mülki âmiri nasıl bu kadar âlim, ârif, zarif ve samimi olabilir?

 Sohbetin sonuna doğru arkadaşıma tanımadığım şahısların kim olduğunu sordum. En merak ettiğim ismi öğrendim: “Orhan 88219-3-1Alimoğlu, İl Özel İdaresi Genel Sekreteri.” Saat epey ilerlemiş ve sohbet bitmişti. Gecenin bir yarısı da olsa evimin çok yakın olmasından ötürü eve giderken tehlikeyle karşılaşmayacağımı biliyordum.

Bahçeden sırayla geçen araçlardan biri yanımda durdu. “Evin nerede Muhammed?”

Evimin çok yakın olduğunu, yürüme mesafesinde olduğunu söylememe rağmen arabaya  binmemi ve çekinmememi söyledi Orhan Alimoğlu. Binip binmediğimi hatırlamıyorum ama Orhan Alimoğlu’nun daha yeni tanıştığı bir gence gösterdiği ilgi hatırdan çıkacak gibi değildi.

Bir sonraki sohbete kadar bir mülki âmirin nasıl bu kadar âlim, ârif, zarif ve samimi olabildiğine dair epey düşündüm. Kaldı ki tanışmamızın üzerinden 7 sene geçmesine rağmen halen bunu üşünmekten kendimi alamıyorum. Konaktaki sohbetlere 3-4 defa daha iştirak ettim. Böylece gerek hocalarla gerekse Orhan Alimoğlu ve oğlu Kemal Alimoğlu ile iletişimimiz arttı. Bir kütüphaneden bahsediliyordu.

Anladığım kadarıyla yıllardır âtıl biçimde duran Zirai Donatım’ın bahçesinde bir binaydı bu. Fakat yılların Adapazarlısı olarak orada ne bir bina ne de bir kütüphane gözüme çarpmıştı. Ertesi gün arkadaşımla beraber kütüphaneye gittik.

Mütevazı, yalnızca meraklısına sunulmuş gibi bir bina vardı önümde: “Sakarya İl Özel İdaresi Kütüphanesi”. Kullanılmayan bu bina, Orhan Alimoğlu’nun  gayretleriyle Sakarya’nın en güzel ve en bol kitaplı kütüphanesi olmuştu.

Her gün kütüphaneye gidip kitap okumaya ve sohbet etmeye başlamıştık arkadaşımla. Kütüphane müdürü Arzu Hanım ve diğer çalışanlar kendilerini bir memur gibi görmüyorlar, adeta mübarek bir işle uğraşan insanlar olarak görevlerini yapıyorlardı. Sefine-i Evliya’yı karıştırıyordum, Evliya Çelebi’nin  Seyahatnamesi’ne göz atıyordum, divân edebiyatı okuyordum, Ahmet Cevdet Paşa’nın tarih itaplarına göz atıyordum. Orhan Alimoğlu da gün aşırı gelip kitap karıştırıyor, bizimle ve diğer okuyucularla sohbet ediyor, yeni kitap siparişleri veriyordu. Kütüphane her yaştan ve meslekten okuyucuyla dolup taşıyor, okuyucuların ünsiyetleri artıyordu.

 Orhan Bey işittiği bir cümle, karşılaştığı bir olay ya da anlatmak istediği bir durumla ilgili divan, halk ve tekke edebiyatından enfes beyitler, dörtlükler okuyordu. Her karşılaşmamızda gıyaben yeni yazarlarla tanışıyordum, yeni  kitaplar hediye alıyordum, hangisinden kimi okuyacağımızı takip edemediğimiz gazetelerden o gün okumamız gereken yazıları bir dosya şeklinde seve seve kabul  ediyordum. Orhan Bey’in hediyeleri kitapla bitmiyor, okunan kitabın akabinde de o kitabı okuduğum için hediyeler veriyordu. Sezai Karakoç’tan, İsmet Özel’den, Cahit Koytak’tan, İbrahim Tenekeci’den, Cahit Zarifoğlu’ndan, Erol Güngör’den, Mustafa Necati Sepetçioğlu’ndan, Nazife Şişman’dan, Ömer Faruk Dönmez’den, Hasan  Aycın’dan, Mustafa Kutlu’dan, Sadık Yalsızuçanlar’dan ve daha nicesinden haberim  oluyor, kitaplarını okuyordum. Fethi Gemuhluoğlu gibi bir ismi öğreniyordum, dostlarımla “Dostluk Üzerine”nin üzerine konuşuyordum.

Günler geçtikçe Sakarya’ya sohbete-konferansa-seminere gelen yazarlarla, akademisyenlerle tanışmaya başladım. Nerede bir etkinlik olsa Orhan Alimoğlu etrafındakileri etkinlikten haberdar ediyordu. Ya kendisi arıyor ya da haberi olanlar haber verilmesi gereken insanlara ulaşıyordu. Her gelen mutlaka İl Özel İdaresi Kütüphanesi’ne uğruyordu. Merhum Erdem Bayazıt, Rasim Özdenören, Ersin Nazif Gündoğan, Mustafa Özel, Fatma Barbarosoğlu, Dursun Gürlek, Mehmed Niyazi, Sadettin Ökten tanıştığım kıymetli hocalarımızdan yalnızca bir kısmıydı.

Neredeyse günaşırı Orhan Bey ile bir araya geliyorduk. Bazen arkadaşlarımı Orhan  Bey ile  tanıştırmaya gidiyor sohbet ediyorduk, bazen Orhan Bey beni yanına alarak kitap almaya götürüyordu, bazen bir esnaf ziyareti yapıyorduk, bazen kütüphanede çay içip gençlerin problemleri üzerine konuşuyorduk. Bu arada Orhan Bey’in oğlu Kemal Abi’nin davetiyle Mesnevi-i Şerif okunan bir gruba dâhil oldum. 6 senedir halen devam eden Mesnevi okumalarına Sakarya’da olduğum zamanlarda iştirak ediyorum.

Kimlerle tanışmam gerektiğini, nerelere gitmem gerektiğini söyledi

153620120214125711669Orhan Bey kitap okumayı asla teknik olarak görmeyen biri. Okunan kitabın muhteviyatı ya da kitaba dair düşünceler muhakkak paylaşılmalı ki okuma denilen şeyin okuyana kattıkları etrafa yayılsın, öğrenilenlerle amel edilsin. Kitap okumakla da bitmiyordu iş. Nasıl iyi bir insan oluruz, iyi insanlarla nasıl tanışırız, tanıştığımız iyi insanlarla nasıl iyi işler yaparız? Bunlar da Orhan Alimoğlu’nun kitap hediye etmesi gibi bize hediye ettiği, öğrettiği ve cevabını daha da genişletmemizi istediği şeylerdi. ”Şeref ül mekân bil mekîn” sözünü de Orhan Bey’den öğrendim. İnsan şerefli olmalıydı ki bulunduğu yeri şereflendirsin. Ve insan sağlam, bilgili ve eylemci olmalıydı ki etrafını da böylece şekillendirsin; arkada kalanları tutup sürüklemeliydi, aşağıda kalanları tutup çekmeliydi ki bulunduğu yerde iyi işler yapabilsin.

Okuduğum üniversiteyi bırakıp yeniden üniversite sınavına girme kararı vermiştim. Bu süreçte ve üniversite sınavı sonundaki tercih sürecinde de çok yardımcı oldu Orhan Alimoğlu. Hangi üniversiteyi ve bölümü seçmem konusunda pek çok hocadan akıl almama vesile oldu. O’na göre ilim ve irfân sahibi olmanın yanında derslerimiz de iyi olmalıydı ki, ilme ve irfâna, kaliteli kitap okumaya -kendi tabiriyle- “müşteri” çekebilelim. Sınav neticesinde ben İstanbul’a gelirken pek çok insana selam gönderdi. Kimlerle tanışmam gerektiğini, nerelere gitmem gerektiğini söyledi. Ama ilk önce “şehrin sahibi” Eyüp Sultan Hazretleri’ni ve diğer mübarek zâtları ziyaret etmemi salık verdi.

 Kıymetli hocalarımızın, akademisyenlerimizin yolları artık Aksaray’a da düşüyordu

Alimoğlu 2008’in sonunda Aksaray Valiliği’ne atandı. Sakarya’da katıldığım veda  yemeğinde bir yandan Orhan Alimoğlu’nun vali olmasına sevinirken bir yandan da sayın valimiz ile daha az görüşecek olmamın üzüntüsünü hissettim. Fakat Orhan Bey bir kere yakaladığı bir genci asla bırakmayan birisi. Aksaray’dayken de gerek telefonla gerekse Sakarya ve İstanbul ziyaretlerinde sürekli  iletişimdeydik. Okuduğum kitapları, katıldığım etkinlikleri, nelerle meşgul  olduğumu, derslerimi takip etmekteydi. Aksaray’dan İstanbul’a üniversiteye gelen gençlerin telefon numaralarını veriyor, görüşmemizi ve her ne kadar yerine tam  olarak getiremesem de onlara abilik yapmamı istiyordu.

Aksaray’da da Sakarya’daki gibi şehir çapında kitap okuma etkinlikleri  yürütüyordu, kütüphane kuruyordu. Üniversiteden ilköğretime kadar her öğrenciye değer veriyor, çok sıcak ve samimi iletişimler kuruyor, hepsini ülkeye ve etraflarına katma değer sağlamaya teşvik ediyordu. Kıymetli hocalarımızın, akademisyenlerimizin yolları artık Aksaray’a da düşüyordu.

 2012’nin ortasında Vali Bey’in görev yeri değişti ve Hakkari’ye atandı.

Öncekinden daha az görüşeceğimiz için yine üzüntülüydüm. Fakat Orhan Bey mesafe  ne olursa olsun tuttuğu insanı bırakmayan biri olduğunu yine gösteriyordu, yine gerek telefonla gerekse Sakarya ve İstanbul ziyaretlerinde vali bey müsait oldukça görüşüyorduk. 2011 yılında bir çalıştay için gittiğim Hakkari’de tanıştığım, halen iletişimimizin devam ettiği Ati Gençlik Derneği başkanı ve İl Kültür Turizm Müdür Yardımcısı İdris Ağacanoğlu ile Orhan Alimoğlu’nun  icraatlarını ve halkla iletişimini konuşuyorduk. İdris Abi şehrin yerlisi olarak Orhan Alimoğlu’ndan çok memnundu. O da pek çok Hakkarili gibi Alimoğlu’ndan kitap hediye alıyordu, kıymetli yazarlarımızın ve hocalarımızın kitaplarını okumaya başlıyordu. Kütüphane’nin yeniden yapılandırılması için çalışmalar yapılıyor, kardeşliğimizin tesisinde emeği geçen yazarlarımızın kitapları, yıllarca okunmayan küflü kitaplarla donatılmış kütüphane raflarında yerlerini  alıyordu. Alimoğlu Hakkari’de de gençliğe çok önem veriyor, ilköğretimden üniversiteye kadar pek çok öğrenciyi okumaya teşvik ediyor, sıcak dialoglar kuruyordu. Hakkari’de de Aksaray ve Sakarya’daki gibi kitap okuma etkinlikleri tertip ediyordu. Başarılı öğrencilere kitap hediye ediyor, diş kirası kâbilinden  harçlık veriyordu.

 Vâli isminin başına bir de “merkez”i ekledi

 Orhan Alimoğlu etrafındaki insanları kültürel açıdan yükseltmek için hiçbir fırsatı kaçırmaz. Öyle ki; Hakkari’den Sakarya’ya yolu k-23150325-vvvvvvv-1düştüğünde ayak üstü en son hangi kitabı okuduğumu sordu, “gel bakalım” diyerek yola çıkmadan hemen önce arabasında bulunan kitapların arasından yeni çıkmış bir kitap hediye etti.

 ESKADER’in 20 Nisan 2013’te gerçekleştirdiği ödül töreninde “Okumayı Teşvik” ödülü alan Alimoğlu yaptığı konuşmada, alışıldık bürokratlardan olmadığını kendisini ilk defa dinleyen yüzlerce insana yine gösterdi. Çıkışta yemek yedikten sonra Cağaloğlu’nda Mehmet Varış’ın Kitabevi’ne gittik. Kitabevinde denk geldiğimiz Mahmud Erol Kılıç ile daracık vakitte kocaman bir sohbet etmeyi  de ihmal etmedi Alimoğlu. Çıkışta elimde kimisini okuyacağım kimisini okutacağım

4 adet kitap poşeti ile vedalaştım valimizle.

Hayatımda âkil diyebileceğim ve verdiği aklı şeksiz şüphesiz kabulleneceğim 3-4 kişiden biri olan Orhan Alimoğlu, 2013 yazının sonuna doğru valiler kararnamesi  ile merkeze alındı. Haberi ilk duyduğumda Yusuf Kaplan’ın “ümmeten vasatan”  tabirini açıklaması geldi aklıma. Kaplan’a göre bu tabir “vasat ümmet” demek  değildir, “merkez ümmet” demektir: “Merkez ümmet, mülk âlemine hükmeden ümmet değil, melekût âleminden süt emen, melekût âleminin hakikat, adalet, hakkaniyet ışıklarıyla insanlığı ve varlığı aydınlatan, rahmet, bereket ve hayat kaynağı güneş ümmet demektir.” Bir mülkî âmir olan Orhan Alimoğlu, vâli isminin başına bir de “merkez”i ekledi, yalnızca akademik eğitiminden ve bürokrasiden değil; edebiyattan, sanattan beslenen biri olarak bu ismin bedelini ödemekte en önde gidenlerden biri oldu bu şekilde.

Kurban Bayramı arefesinde evinde Mustafa Tatçı Hoca’yı ağırlayan Vali Bey, bana Tatçı’nın hazırladığı Ömer Fuadî Hazretleri’nin Divânçe-i İlahiyat’ını hediye etti. Geçen sene de bayram hediyesi olarak kitap veren sayın valimiz, bu sene de bana en güzel bayram hediyelerimden birini vermiş oldu.

  Sanıldığının aksine insanı yalnızca kitap okumaya değil, okuduğu kitabı hayatına geçirmeye teşvik eden bir aksiyoner olan; ihtiyaç sahibi öğrencilere burs vermeyi ve verilmesine vesile olmayı da görev addeden Orhan Alimoğlu, devlet görevlilerinin ve bürokratların ciddiyetinden taviz vermeden de halkla gayet doğal ve samimi iletişim kurabileceğine, onların dertleriyle dertlenilebileceğine en büyük örneklerden biridir.

 KAYNAK:http://www.dunyabizim.com/

Yayınlama: 27.01.2014
Düzenleme: 30.01.2014 16:32
2.641
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.