Geyve’nin medar-ı iftiharı: İsmail Hakkı Demir
Geyve’nin medar-ı iftiharı: İsmail Hakkı Demir (3)
Besicilik, yüncülük, beyaz eşya
1960’lı yıllarda besicilikle uğraşan İsmail Hakkı Demir, 1980’li ve 90’lı yıllarda yün-orlon işiyle meşgul oldu. 2000 senesinden itibaren de çocuklarıyla birlikte beyaz eşya ticaretiyle meşgul olmaya başladı.
Bu arada, yirmi yıl müddetle sürdürmüş olduğu yün-orlon işine girmesinin hikâyesi çok enteresandır.
Ulaştığımız bilgilere göre, İsmail Hakkı Ağabeyin Risâle-i Nur’la tanışmasına vesile olan Geyve Müftüsü muhterem Ali Aktürk, 12 Eylül (1980) Darbesi hengâmında işten el çektirilerek açığa alınıyor.
Ne hikmetse, bir müddet sonra hakkı iade ediliyor. Fakat, bu kez Geyve’de değil Mudanya’da vazifeye başlaması isteniyor. Tayini de oraya çıkarılıyor.
Açığa alındığı zaman zarfında yine Geyve’de kalan Ali Aktürk Hoca, ailesinin geçimini temin için bir dükkân kiralayarak yün-orlon işini yapmaya başlıyor. Mudanya’ya tayini çıkınca da, dükkânı devretmeye karar veriyor.
İşte, tam bu esnada durumdan haberdar olan İsmail Hakkı Bey, dükkânı devralmak ve bundan sonra bu işi yapmak istediğini söylüyor. Neticede konuşup anlaşmaya varıyorlar.
İsmail Hakkı Bey, o andan itibaren kademeli şekilde besiciliği bırakıp yün-orlon ticaretini yapmaya başlıyor. Bu işi yaklaşık yirmi yıl müddetle sürdürdüğü için de, çevrede ismi “Yüncü İsmail”e çıkıyor.
Ben de gayet iyi hatırlıyorum: Yeni Asya’da çalıştığım 80’li yıllarda İstanbul’a gelen İsmail Hakkı Ağabey, eski model otomobilinin koltuk ve bagajını yün-orlon yumaklarını doldurduktan sonra Cağaloğlu’ndaki merkez binamıza uğrar, arkadaşları ziyaret eder, yeni çıkan kitapları alır ve ondan sonra Geyve’ye doğru yola çıkardı.
Hiç unutamadığım o görüşmeler, o muhabbetli kucaklaşmalar anındaki halleri şimdi de gözlerimin önünde. Öylesine sevinir, öylesine şevklenirdi ki, konuşurken sesinin rengi, sesinin tonu değişirdi. Onun bu hallerine yakînen şahit olunca, kendi kendime şunları söylerdim: İşte hakiki dâvâ adamı budur ve böyle olmalıdır.
Evet, İsmail Hakkı Ağabey, hiç mübalâğasız tam ve gerçek bir dâvâ insanıydı.
Esasında, hiç unutulmamasının ve daima hayırla hatırlanıp rahmetle yâd edilmesinin sebebi ve sırrı burada yatıyor.
Şahsî intiba ve kanaatimiz
Yeri gelmişken, vefatının hemen ardından İsmail Hakkı Ağabeyle ilgili gözlem, tesbit, intıba ve şahsî kanaatimizi ifade ile o günlerde yayınladığımız yazının bir kısmını dikkatinize sunuyoruz.
Hakk’ın hizmetkârı: İsmail Hakkı
Güleryüzlüydü… Yani, Resûl’ün (asm) Sünnetine uygun şekilde, çehresi her daim mütebessim idi.
Kötümserlik, karamsarlık, ye’is denen mânevî marazların onun dünyasında yeri yoktu. Daima ümitvardı; bitip tükenmeyen bir şevk ve moral sahibiydi.
Hizmette ileri, ücrette geriydi. Kardeşin nefsini nefsine tercih ederdi.
Misafirperverdi. Misafire hizmet ederken, tebessüm çizgileri daha da artıyor, gözlerinin içi parlıyordu.
Himmet ve hamiyet sahibiydi. Omuzladığı hizmet yükünü asla bırakmaz; yeni hizmetlere ihtiyaç hasıl olduğunda, onlara da omuz vermeye hap hazır vaziyetteydi.
Bir “gizli kutup” gibiydi. Bütün himmeti milletiydi; cemaatiydi, arkadaşlarıydı, dost ve kardeşleriydi…
Şahs–ı mânevî hakikatine, tam mânâsıyla bağlıydı. Şuur, iz’an ve ferâset sahibiydi. Şân–şöhret kazanmış fânilerin tesiri altına girmeyi dâvâ adamlığına yakıştırmazdı.
Yüksek bir takvâ sahibiydi. Harama, günaha asla tenezzül etmezdi. Dünya malını, sadece ve sadece helâlinden isterdi. Kazancını da, bilhassa hizmette sarf etmek ve çocuklarının kursağından haram lokma geçirtmemek için kılı kırk yararcasına bir dikkat ve hassasiyet içinde hareket ederdi.
Çok güzel Kur’ân okurdu. Edep içinde namaz kıldırır; hassaten tesbihat yapmayı tercih ederdi. Hafız olduğu için, bütün duâları ezbere okurdu.
Riyâdan zerrece hoşlanmazdı. Gösterişten alabildiğine uzak dururdu.
Harikulâde bir tevâzu ve mahviyet sahibiydi. Torunlarıyla, onların yaşındaki çocuklarla arkadaş gibi davranır, onlara lâzım olan şeyleri sabırla öğretir, ders verirdi.
Temizliğinden, düzeninden, çay servisine kadar, dershanenin her türlü hizmetini şevkle, zevkle yapardı. “Şunu da başkası yapsın, bunu da başkası düşünsün” demez; yapılması gereken her türlü hizmet için, karşılanması gereken her türlü ihtiyaç için, kemâl–i memnuniyetle nefsini ileri sürmeyi tercih ederdi.
Takdire şâyân bir ihlâs ve sadâkat sahibiydi. Bütün ömrünü sabır ve sebat ile geçirdi. İstikametini hiç bozmadı. En sarsıntılı dönemlerde dahi, dâvâsına olan bağlılığı, sadâkati hiç sarsılmadı.
Her daim “Bu kudsî imân dâvâsına nasıl hizmet ederim” diye düşündü. Hizmet hayatını bütünüyle bu mânâya adadı.
Malıyla, canıyla, bedeniyle, elinden geldiğince bütün evlâd û ıyâliyle hayatını bu kudsî mânâya vakfetti.
Hâsılı, o Hakk’ın hizmetkârıydı; ismi de İsmail Hakkı idi. Yani, ismiyle müsemmâ bir şahsiyet idi.
* * *
Yukarıda sıralamış olduğumuz İsmail Hakkı Demir Ağabey hakkındaki ifadeleri, aynen huzur–i İlâhi’de şahâdet edercesine yazdık.
* * *
1978’den beri tam 32 yıldır tanışıp sıklıkla görüştüğümüz o nur yüzlü, o güler yüzlü insanı bu dünya gözüyle bir daha görememeyi, nefsime, duygularıma bir türlü kabul ettiremiyorum.
Ne var ki, elden hiçbir şey gelmez; kabul etmekten başka çare yok.
En büyük tesellimiz şu ki: O, hakiki bir mü’min, sadâkatli bir Nur Talebesiydi. İnşaallah, tahkiki imân mertebesiyle Dâr–ı Bekâ’ya göçmüştür.
Bu yönüyle de, emin olunuz, onun haline gıpta ile bakıyoruz: “Acaba, onun hayatı gibi temiz ve istikametli bir hayatı, onun vefâtı gibi temiz ve zahmetsiz bir vefâtı Cenâb–ı Hak bizlere de nasip eder mi?” diye, düşünmeden edemiyoruz.
Büyük bir başka tesellimiz de şudur: İsmail Hakkı Ağabey, iyi ve hayırlı evlâtlar yetiştirdi. Onun hayatını vakfettiği kudsî hizmetini aynen devam ettirecek olan ailesi, oğulları, kızları ve torunları var.
Ayrıca, onun—nesebî kardeşten daha yakın—din ve dâvâ kardeşleri var ki, onun yaptığı küllî mânâdaki hizmeti inşaallah çok daha ileri safhalara taşıyacaklar.
Bu duygu ve düşünceler içinde, İsmail Hakkı Ağabeye Rabbimden bol bol rahmet ve mağfiret diliyorum. ( 21.09.2010)
Geyve’nin medar-ı iftiharı: İsmail Hakkı Demir-4
Seri yazının bu bölümünde Havva Küçük Konur Hanım kardeşimizin, vefatından kısa süre önce İsmail Hakkı Demir ile yapmış olduğu bir “mini röportaj”a yer veriyoruz.
Soru: Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?
Cevap: 1940 doğumluyum. 1965 yılında Geyve’ye geldik. 1971 yılında ise Risâle-i Nurları tanıdık. O tarihten beri Yeni Asya Gazetesinin Geyve’de temsilciliğini yapıyoruz. En az 30 sene kendim dağıttım gazeteyi. Bunun yanında kendim hâlâ 5-6 gazete almaktayım. İşte böyle devam ettirip gidiyoruz.
Soru: Risâle-i Nurlarla ve Yeni Asya ile nerede, nasıl tanıştınız?
Cevap: Geyve’ye Ali Aktürk isminde çok gayretli bir müftü gelmişti. Emekli oldu, şimdi Kdz. Ereğli’de ikamet ediyor. Onun vasıtasıyla bu hizmetleri tanıdım. Allah razı olsun.
Biz işte o tarihten beri nur Risâlelerini severek okuyoruz. Her tarafa da gidip götürmeye çalışıyoruz.
Soru: Yeni Asya sizin için neyi ifade ediyor?
Cevap: Yeni Asya bizim için çok şey ifade ediyor. Yeni Asya olmasaydı, biz ne şekil olurduk, doğrusu bilemiyorum.
Yeni Asya bizim gazetemiz, medyadaki sesimiz, neşriyattaki varlığımız.
Yeni Asya’yı çok seviyoruz, okuyoruz her gün. Bu gazete için elimizden geldiğince çaba sarf ediyoruz.
Emsâl yerlere nazaran fena sayılmasa da, Geyve’de çok fazla bir okuyucu kitlemiz yok.
Yeni Asya’yı canımız gibi sevmesek, hizmetin malı olduğunu bilmesek, böyle vargücüyle çalışır, her tarafa koşturur muyuz? Mümkün değil.
Esnaf olduğumuz için, biz neşriyat hizmetlerini bu şekilde devam ettiriyoruz. Allah rızası için ve severek yapıyoruz bu işi.
Şükürler olsun, burada çok talebe yetişti. Şimdi mülkiyetini aldığımız binanın en üst katını hizmet yeri yaptık. Misafirhane tarzında döşedik. Mümkün olduğunca her yönüyle temsilcilik vazifemizi yapmaya gayret ediyoruz.
Soru: Yeni Asya’yla, hizmetle ilgili yaşadığınız hatıralarınız var mı?
Cevap: Hatıralarımız çok tabiî, ama şu an birden aklıma gelmiyor.
Yeni Asya’yı kendi öz malımız gibi kabullenip okuyor ve okutmaya çalışıyoruz.
Soru: Yeni Asya’nın hizmetlerini nasıl buluyorsunuz?
Çok iyi buluyoruz.
Dediğim gibi, senelerdir içinde bulunduk bu camianın. Allah’a şükür, istikrarımızı, istikametimizi hiç bozmadan devam ettik ve ediyoruz.
Yanlışlıklar varsa, yüzde bir nisbetindedir. Bence, ülke sınırlarını da aşarak dünyaya yayılan bu hizmette, yüzde 99 oranında müsbet ve yapıcı mânâda hareket ediliyor.
Soru: Son olarak, Nur Risâleleriyle yeni tanışanlara, ayrıca gençlere ve bilhassa sizden sonraki nesillere ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz?
Cevap: Çocukları, gençleri seviyoruz. Her tarafta gençlerin hizmetini destekliyoruz. Nur Risâlelerini okumalarını arzu ediyoruz. Bu uğurda, onlara her imkânımızı fedâ ediyoruz, seferber ediyoruz. Tabiî, yapabildiğimiz kadarıyla.
İman hakikatlerini ders veren bu eserleri sabırla, azim ve kararlılıkla okumaya devam etmelerini tavsiye edebilirim. Sabır, sebat çok mühim.
Önemli hatırlatma
Vefatının 3. yıldönümünde onu yakından tanıyanların hatıralarını seri yazı halinde neşrettiğimiz merhum İsmail Hakkı Demir’le ilgili bu çalışmayı, bilâhare bir kitapçık haline getirmeyi plânlıyoruz.
Kitapçık, ilk fırsatta Geyve’de okutulacak bir mevlid veya anma programı esnasında önce oradaki cemaate, ardından Türkiye genelindeki temsilciliklerimize hediye olarak dağıtılacak.
Bu sebeple, İsmail Hakkı Ağabeyle ilgili intiba ve hatırası olanların en kısa zamanda bunları yazıya döküp bize ulaştırması gerekiyor. Zira, geç gelen yazıları bilâhare değerlendirme ve bunları kitapçığa dahil ederek umumun istifadesine sunma şansımız olmayabilir.
Berâ-yı mâlumat…
Geyve’nin medâr-ı iftihârı: İsmâil Hakkı Demir (5)
M. Latif SALİHOĞLU
[email protected]
Bugünkü bölümde iki ayrı yazıyı takdim ediyoruz. Bunlardan birincisi Ömer Şahin’in hatıra notları, diğeri ise Nur ve Gül sahih rümûzlu bir hanım kardeşimizin duygu yüklü mektubudur.
Hizmetlerini başkasından duyardık
Ben Ömer Şahin. Aslen Bolu’nun Seben ilçesindenim. 1986-89 yıllarında Geyve’ye bir-iki saatlik mesafedeki Göynük’te memurluk yaptım.
Çalışma masamın üzerindeki Yeni Asya gazetesini gören bir arkadaşım, Geyve’den İsmail Hakkı Demir’i tanıyıp tanımadığımı sordu.
Ben o güne kadar Geyve’ye hiç gitmediğim gibi, o saygıdeğer zât ile de tanışma şerefine nail olamamıştım.
Karşılaştığım hemen bütün cemaat mensuplarının dahi saygısını kazanmış olan bu muhterem ağabeyimizle ilk fırsatta görüşüp tanışmaya karar verdim.
Hemen tanıyanlardan adres ve telefon numarasını alıp kaydettim. Adapazarı’na yaptığım bir iş seyahati dönüşünde de gidip İsmail Hakkı Ağabeyi ziyaret ettim.
İlk görüşmemiz, tanışma maksatlı olduğundan kısa sürdü. Bizi mahallerinde yapılan haftalık ders ve sohbetlere katılmaya dâvet etti.
Kendisini son derece ihlâslı, sadâkatli ve mütevazı bir şahsiyet olarak görüp öyle de tanıdım. Aradan yıllar geçtiği halde, bu kanaatim hiç değişmedi. Hatta, onu ileriki zamanlarda biraz daha yakından tanıyıp hizmetlerinin farkına vardıkça, bu kanaatim daha da pekişti. Zaten, kendisi o derece mütevazı idi ki, yaptığı hizmetleri anlatmazdı; bunları biz hep başkasından duyardık.
* * *
Yine Göynük’te görev yaptığım aynı yıllarda, bir Cuma günü Geyve’ye gitmiştim. Ziyaret ettiğim İsmail Hakkı Beyle birlikte camiye gittik. Minberdeki hatibin okuduğu hutbeden ziyadesiyle etkilendim. Söyledikleri insanın içine işliyordu. Belli ki, bu zât yaşayarak ve hissederek irad ediyordu hutbeyi.
Cami çıkışında, düşünce ve kanaatimi söylediğim İsmail Abi “Bu imam efendi, hakikî bir Nur Talebesidir. Sen bir de onun Risâle-i Nur dersini dinle, öyle git” dedi. Ben de öyle yaptım.
Hakikaten, hutbesinden olduğu gibi dersinden de çok istifade ettiğim bu muhterem zât, kendisine ağabey diye de hitap edeceğimiz Yakup Hocadan başkası değildi.
* * *
Tayinim Göynük’ten Bolu’ya çıkınca, İsmail Hakkı Ağabeyden fizikî olarak uzak düştük. Fakat, bir gün baktım kendisi işyerinde ziyaretime geldi. Meğerse “Bayiler Toplantısı” için Bolu’ya gelmişler. Toplantıdan önce bizi ziyaret edip hasret gidermeyi tercih etmiş. Bu kadirşinas, vefâlı insanı ben de gidip toplantının yapıldığı yerde ayrıca ziyaret ettim.
Kendisini son olarak bir anma programı için gittiğimiz Adapazarı’nda gördüm. Maşaallah, bütün mevcudiyetiyle orada icra edilen hizmetlerle meşgul durumdaydı.
Bilvesile, İsmail Hakkı Ağabeye ve onun gibi âhirete intikal eden Kur’ân şâkirdi diğer bütün ağabeylere Cenâb-ı Hak’tan rahmet ve mağfiret diliyorum.
İstanbul’da mukim Seben’li Ömer Şahin
Bir hanım kardeşin mektubu
Aziz, sıddîk İsmail Hakkı Ağabey,
12 Eylül 2013 tarihli Yeni Asya gazetemizde yazarımız Latif Salihoğlu’nun “İsmail Hakkı Ağabey ile ilgili hatıralarınızı bekliyoruz” şeklindeki yazısını okuyunca, ruhaniyetinize hitaben bu mektubu yazmaya karar verdim.
2001 senesi Barla seyahati esnasında sizi yakînen takip etmiştim.
Birlikte Barla’nın Çam Dağı’na çıktık. Meçhûl eller, oranın sembolleri olan Çam ve Katran Ağaçlarını kesmişlerdi.
Bunları görünce çok hüzünlendik. Hele, sizin birkaç parçaya bölünen yerdeki Çam Ağacına hazin bakışınız, beni ayrıca etkiledi. O anı hiç unutamıyorum.
Saadettin Ağabey, yüksekçe bir çam ağacının üzerinden bizlere Risâle-i Nur’dan ders okumuştu. Onun ağaçtan inişi esnasında yüzünüzde beliren o ulvî şevk ve tebessüm, etrafa adeta nurlar saçıyordu.
Başka bir hatıram da şudur: Adapazarı hanımlar dershanesinin buzdolabı ihtiyacı vardı. Ben de “İsmail Hakkı Ağabeyden istesek de bize 2. el bir buzdolabı gönderse” demiştim.
Durumu size ilettik. Siz ise, hiç kullanılmamış bir buzdolabını gönderdiniz ve para da almadınız. Bizleri sevindirmiş ve çok duâ almıştınız.
Bir ara hanım kardeşlerle birlikte sohbet için Geyve’ye geliyorduk. Buluşma noktamız, sizin dükkânınızdı.
Eşiniz Halime Teyze, bizlere refakat ediyordu. Siz de arabanızla bizi sohbet yerine götürüyordunuz.
Size zahmet vermek istemediğimiz halde, siz ise bu hizmeti tam bir kararlılık içinde yapıyor ve şunu diyordunuz: “Ne zahmeti… Siz tâ uzaklardan buraya kadar geliyorsunuz. Bundan sonrası bize düşer.” Cenâb-ı Hak ebeden razı olsun.
Ve nihayet, vefatınızın ardından taziye için evinize gelmiştik. Halime Teyzenin acısı tazeydi. Göz pınarlarından damlalar süzülüp dökülüyordu. Onu, henüz hamile iken eşini kaybeden bir ablamız, Ceylan Çalışkan Ağabeyimizin hanımı Talia Abla teselli ediyordu.
Namaz kılmak için evinizin başka bir odasına girdiğimizde ise, yazarımız Latif Salihoğlu’nun sizin ardınızdan yazmış olduğu “İsmail Hakkı’ydı; Hakk’ın hizmetkârıydı” başlıklı yazısı duvarda çerçeveli olarak asılı duruyordu. Bunu görünce ayrıca duygulandık.
Aziz, mübarek, merhûm İsmail Hakkı Ağabey. Mektubumu Mektûbat’ta geçen ölüm hakikatiyle ilgili veciz sözlerle noktalıyorum: “Mevt (ölüm), vazife-i hayattan bir terhistir, bir paydostur, bir tebdil-i mekândır, bir tahvil-i vücuttur; idam ve adem ve fenâ değildir; hayat-ı bâkiyeye bir dâvettir, bir hayat-ı bâkiyenin mukaddimesidir.”
Sakarya’dan hemşireniz Nur ve Gül
Geyve’nin medar-ı iftiharı: İsmail Hakkı Demir (6) Saadettin Çelik anlatıyor: İsmail Hakkı, Sakarya vilayeti Geyve ilçesinden samimî, sadık ve sebatkâr bir kardeşimizdir. Risâle-i Nuru tanıdıktan sonra, dâvâsından ve Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin hizmet çizgisinden bütün sıkıntılara ve imkânsızlıklara rağmen taviz vermeden vefatına kadar sebat etmiş ve Allah’ın lütf u keremi ile rahmet-i Rahman’a kavuşmuştur. 1992 Temmuz’unda Sakarya il temsilcimiz Saadettin Çelik Ağabeyle (sağdan 3.) birlikte Geyve’ye giderek ilçe temsilcimiz İsmail Hakkı Demir (sağdan 4.) ve diğer okuyucularımızı ziyaret etmiştik. İstikamet sahibiydi Biz 1970’li yıllarda Adapazarı’ndan Diyarbakır’a sürüldükten sonra, biraz seyrelmekle beraber görüşmelerimiz yine hiç kesilmeden devam etti. “İkinci Sema” hizmetleri Kendisiyle bu meyanda çok hatıramız vardır. Acı tatlı çok günlerimiz olmuştur. Aziz Ağabeyimiz İsmail Hakkı ile tanışmamız 1970’li yıllara dayanır. O tarihte Ali Aktürk Hocanın işletmiş olduğu yüncü dükkânında sık sık görüşür, tatlı sohbetlerde bulunurduk. TANIYANLARIN ŞAHİTLİĞİ İsmail Hakkı Ağabeyi uzun uzadıya anlatmak mümkün. Çünkü, bereketli bir ömre sığdırmış olduğu ihlâslı, gayretli çok yönlü hizmetleri olmuştur.
|
DEVAMI VAR