Geyve Cezaevi “TUTUNAMAYANLAR” ile Ulusal medyada..

Geyve Cezaevi “TUTUNAMAYANLAR” ile Ulusal medyada..

tGeyve Cezaevi Ulusal medyada..

887004_c487001d1652efe30e4d4e850fdde11dGeyve Yarı açık cezaevi, içersindeki mahkumların sergileyecekleri Tutunamayanlar adlı tiyatroyla ilgili ulusal medyaya konu oldu.

HaberTurk’ten Betül Memiş, Geyve Cezaevi mahkumlarının kurduğu tiyatro grubunu ele aldı…

Bugün Geyve Cezaevi’nden nidalanıyorum!
Kadraja ilişen; Sakarya Geyve Cezaevi. Mahkumlar, bir tiyatro grubu kurmuş ve adını da, bu evrene tutunduğunu sananlara inat, ‘Tutunamayanlar’ koymuşlar. Oyunlarının adıysa İbiş’in Rüyası…
“Siz de benim gibi / günleri sevgiyle isteyerek değil de / takvimden yaprak koparır gibi gerçek / bir sıkıntı ve nefretle yaşadıysanız / Ankara güneşi sizin de / uyuşturmuşsa beyninizi / Ata’nın izinde / gitmekten başka bir kavramı olmayan / Cumhuriyet çocuğu olarak, yayan / pis pis gezdiyseniz Hergele Meydanı’nda / bu sarı ve tozlu alan iğrendirmiyorsa sizi / bir taşra çocuğu sıfatıyla özlemeyi bilmiyorsanız denizi / kaybettiniz (benim gibi).”

Algısının ve hissiyatının -en başından beri/aklını başına devşirmenin ne menem bir saçmalık olduğunu kavradıktan sonra- hastası olduğum Oğuz Atay böyle diyor ‘Tutunamayanlar’da. Panik yapmayınız, arızaya bağlayıp, bayram sonrası şahaneliğinizin histeri nöbetlerini unutturmayacağım. Bugün mevzumuz; bu aleme tutunduğunu sananların aksine ‘tutunamayanlar’. Tutunamayanlar’ın rotası ise bu defa Sakarya Geyve Cezaevi.

geyve yarı açık cezaevi tiyatro grubu

MEKAN: CEZAEVİ, OYUNCULAR: MAHKUMLAR

İlk önce mevzumuza ince bir geçiş balansı yapalım, sonrasında bu yürekleri gani muhabbetli Tutunamayanlar’la tanıştıracağım sizleri. Geçtiğimiz hafta, (Mecidiyeköy’de konuşlanan mekanlarıyla tiyatro izleklerini şukela oyunlarla buluşturan) Sahne Hal’den Serkan Altıntaş aradı ve yolunun Geyve Cezaevi’ne ilişen ‘Tutunamayanlar’ projesinden bahsetti.

Mekan: Sakarya Geyve Cezaevi. Oyuncular : Geyve Cezaevi Mahkumları. Sahneledikleri oyun ise: İbiş’in Rüyası… Öyle miss anlatıyordu ki Serkan, çok heyecanlandım. Güzel ve temiz bir iş ortaya çıkarmış Serkan ve yamacındaki ekip, istedim ki bu yapılan naif yürekli işi, siz de bilin, olmadı bir el verin, başka illerdeki cezaevlerinde de çoğalsın! Bu minvalde de sözü fazla uzatmadan Serkan’a bırakıyorum, yaklaşınız yamacımıza, başlıyoruz usuldan; fonumuzda da, Sabahattin Ali’nin, Sinop Cezaevi’nde yazdığı “Aldırma Gönül’ü…

887004_dd597f5d83a7c319bbf4bd7138cb58feHAYATA DAHA SIKI TUTUNSUNLAR DİYE TUTUNAMAYANLAR

Cezaevinde, mahkumlarla bir tiyatro grubu kurup, üstüne adını ‘Tutunamayanlar’ koymak… Proje nasıl ortaya çıktı/ fitili kim ateşledi?!

Serkan ALTINTAŞ: 5 yıl önce, Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Zafer (Kıraç) Abi’mizin, cezaevlerindeki yaptığı projelerini duyduğum, sonra da tanıştığım gün, kafamda netleşti fikir. Ama hayat koşuşturmasından, gerilere attım. Çünkü çocukken gördüğüm isim ‘cezaevi’ değil, ‘ıslaheviydi’… Ve ıslah, benim için tasavvuftan başlayan, hayatımda çok önemli bir kavramdı. Bir insan, ceza çekerek değil, arınarak yanlışlarından kurtulabilirdi, yani ıslah edilerek. Bir arkadaşımın arkadaşı Oğuz, bir şekilde bu cezaevine düştü. Orada, Zafer Nogay isimli bir mahkumla tanışmış ve küçük bir grup kurup, tiyatro yapmaya karar vermişler. Bir gün telefonum çaldı ve arayan Geyve Cezaevi’nden Zafer Nogay’dı. Telefon görüşmemiz sonrasında hemen o hafta, cezaevine gittim. Çok heyecanlandılar ve 11 kişilik bir grup kurup, çalışmalara başladık. Grubun ismini de Zafer Nogay koydu: ‘Tutunamayanlar’. Hayata daha sıkı tutunsunlar diye! Çünkü mahkumlar umutlarını kaybettikleri zaman tutunamamaya başlıyorlar.

BİR GÜN HERKES İÇERİ GİREBİLİR ‘SEN’ BİLE

Biz kendini özgür ve tutunmuş sananların diyarında, mahkumların tutsak ve tutunamayan hallerinden bahseder misin? Ne zamandır oradasın; onları algılama evresi nasıl gelişti?

S. Altıntaş: 3 aydır oradayım. Koğuşlarına girdim, yemelerimiz içmelerimiz hep beraber oldu, kısaca bir aile olduk öyle ki birbirimizi özlüyoruz. Gelelim bize, kendini tutunmuş sayanlara; kimse kendini orada hayal bile etmiyor, işin en komik yanı, bir gün herkes içeri girebilir, ‘sen’ bile. Bizler, hayatın güzelliklerini ve çirkinliklerini, bir arada, çok net göremiyoruz. Onlar da göremiyor, bu hem kendi seçimleri, hem değil, galiba bu durumlar biraz karışık, sadece bu soru ve cevabın konusuyla bile röportaj bitebilir.

Sahneleyeceğiniz oyun İbiş’in Rüyası’nı tarifler misin? Oyunda değişikliğe gidildi mi?

S. Altıntaş: İstediğim asıl oyun ‘72. Koğuş’tu, fakat önceden yaptığım iki aylık kursta gördüm ki, bu oyun, o gruba elverişli değildi… Mahkumların çoğu tiyatroyla ilk defa tanışıyordu. ‘Kamyon’ adlı oyunu denedik, o da olmadı. En sonunda, ‘İbişin Rüyası’nda karar kıldım. Bu oyunun tutacağına emindim. Oyunla ilgili hiç oynama yapmadık, ama oyun öncesi ve sonrasında ‘Tutunamayanlar’la ilgili söyleyecek iki çift lafımız olacak.

ISLAH OLUYORUZ, BERABER, BİRKLİKTE…

Oyuncuların ilk heyecanlı aşamalarından sonra şimdi gelinen noktayı anlatır mısın? Perde arkasında neler yaşandı ve bunların, senin üzerindeki etkisi nasıl oldu?

S. Altıntaş: Oyuncularım, artık oyuncularım diyorum (gülüyor), ilk başta izledikleri dizilerden gelen birini gördükleri, sohbet ettikleri için heyecanlandılar. Sonra işler ciddi çalışmalara gelince, biraz zorlandılar: ‘Hocam, oyun çalışacaktık ya’lar başladı. (Gülüyor.) Başlarda, onları, sahneye zorla çıkarırken, sonraki aşamalarda, kendileri isteyerek, hatta yeni bir şeyler bularak/araştırarak, arkadaşlarının dalga geçme pahasına, çıkmaya başladılar. Yaratıcılıkları gelişti. Hafıza çalışmamız, 5 kelimeyle başladı, kendilerini veremiyorlardı. Şimdi 25 kelime ve beni geçiyorlar. Benim için en anlamlı ve çalışmamı özetleyen / kazandığım cümle ise: ‘Hocam, bize burada olduğumuzu unutturdun, kendimizi dışarıda sandık, Allah razı olsun’. Beni sorarsan, hiç yoksa on defa dilimi ısırdım, ağlamayayım diye! Umutlarını ve hayallerini, çocuklar ve mahkumlar kadar iyi anlatabilen görmedim. Bunu orada yaşayarak tecrübe ettim. Ben de ıslah oluyorum, beraber, birlikte, hayatta bildiğimi sandığım her şeyi gözden geçiriyorum; en basitinden, dağa, taşa başka bakar oldum. Zafer Abi’nin bir cümlesiyle bitiriyorum bu soruyu: ‘Bedenimizi hapsedebilirler ama umutlarımızı, hayallerimizi, düşüncelerimizi de hapsedemezler ya…’ Bir de ‘nasılsın?’ sorusuna verdiği yanıt; (eğer kötüyse) ‘Daha iyi günlerimiz oldu, daha kötü de günlerimiz oldu…’ Öyle ki ben de kötü olduğum zaman aynı cevabı veriyorum artık…

887004_c487001d1652efe30e4d4e850fdde11d

ÖZGÜRLÜĞE GELİNCE BİZLER NE KADAR ÖZGÜRÜZ?!

Mahkumlarla iletişiminden, onların seninle diyalogundan ve sonraki günlük hayata adaptasyon sürecinizden bahseder misin? Zira özgür olduğunu sanan biz modern yabaniler, cezaevinde dört duvar arasında, özgürlüğün yolunu aşmışların dimağında, hiç de özgür değiliz ya neyse… (Not, okura gelsin: Bilahare Antonio Gramsci’nin ‘Hapishane Defterleri’ adlı kitabına göz atarsınız.)

S. Altıntaş: Oyunculuk ve konservatuvar zamanı, 5 yıl kadar, bar müdürlüğü yaptım, bunun getirisi biraz insan sarraflığı var bende. Kiminle, nasıl konuşmam gerektiğini iyi bilirim. Sadece tecavüz mahkumlarını istemedim bu projede, zaten karşıma da çıkmadı hiç, çünkü onlarla çalışabilecek ne bilgi birikimim, ne de cesaretim var! Önceleri çekingen davrandım, özellikle şakalaşırken, ama onlar o kadar aç ve isteklilerdi ki, daha ilk çalışmalarda hemen kaynaştık. Özgürlüğe gelince, her gün, bir kitap okuyacak kadar özgür müyüz? Ya da resimle, heykelle, sanatla, zanaatla ilgilenebilecek kadar?! Ya da trafikle uğraşmayacak kadar?! Orada hiç kitap okumamış insanlar, kütüphane bitirmişler, çoğu zaman cahil kaldım konuşmalarımızda, dine inananlar daha çok bağlanmış ama öyle boş değil, araştırarak, bilerek ve isteyerek. Hayat okulu, artı kitap okulu, asıl profesörlerini yaratmış, kolay değil ve hâlâ anlayamıyorum; bu hayata tutunmayı, derler ya yaşamayan bilmez diye, aynen öyle.

Bu proje sırasında, senin ve mahkumların yaşadığı, bugüne kadar tecrübelediklerinizin (onların da sana deklare ettiği) tam tersi ya da işte bu’dur minvalindeki hemhallikler neler?

S. Altıntaş: Bana inanmalarının yanında, kendilerine hiç inanmıyorlardı. Geçen hafta, Müdürleri İbrahim Soydan’a karşı oynayana kadar. Her çalışma sonrası, ‘bizden olur mu?’ diye sordular, ben de söyledim; ‘neden olmasın!?’ Tabii ki yetenek önemli ve aralarında yetenekliler var ama rahmetli Müşfik (Kenter) Hoca’mın bir lafı vardı: ‘Yetenek bu işin ’udur, gerisi çalışmaktır.’ Onlar da çok çalıştılar, ellerinden geleni yaptılar, yer yer tansiyonları düştü ama sonunda oldu.

TÜRKİYE’DE İLK KEZ MAHKUMLAR CEZAEVİ DIŞINDA…

Oyunun ilk temsili ne zaman? Başka cezaevlerinde de bu proje geliştirilebilinir mi?

S. Altıntaş: Oyun ilk kez, 24 Ekim’de, burada bir tiyatro salonunda sahnelenecek. Oyunun en önemli özelliği: Türkiye’de ilk kez, cezaevi mahkumları, cezaevi dışında, halkın karşısında oyun sahneleyecek. Kısaca; ailelerine, Sakarya halkına, müdürlerine ve gardiyanlarına, bir şeyi başardıklarını, izin verilirse başarılabileceğini gösterecekler.

887004_486639d2d9de22b35748213be3051e6c

Cezaevi yönetiminin sürece, desteği ne aşamada oldu?

S. Altıntaş: Cezaevi Müdürü’müz İbrahim Soydan, ikinci müdürümüz, müdür yardımcımız ve öğretmenimiz, ama özelikle Psikolog Ayfer (Özova) Hanım’ın bana çok büyük destekleri oldu; onların anlayışı olmasa, oyun mümkün değil çıkmazdı.

Ekipte kimler var? Ve 2013’ün Serkan’ı, cezaevi sürecinden sonra nasıl bir algıya ulaştı, hayatın ömre düşen kelamında, bana eksildiğin ve çoğaldığın hissiyatlardan bahset lütfen?!

S. Altıntaş: Ekipte, 2 kadın oyuncu var, biri cezaevinden sağlıkçı Zuhal (ki onu, ikna etmek 2 ay sürdü) ve bizim Tiyatro Hal’den oyuncu arkadaşım Melis Karaman. Bir de sokak tiyatromuz Entegre’den, Muhammed Çakır’ın desteği var. Gelelim, 2013 Serkan’ına; ben eksildim, küçüldüm, toz oldum. Çoğaldığım şey ise, insan olarak çoğaldım, onların umutlarıyla çoğaldım, daha fazla bir şey diyemeyeceğim.

Projenin ve mahkumların, beklentileri neler?

S. Altıntaş: Projenin beklentisi, yani benim beklentim; mahkumlarla yapılan tiyatro oyununa ve Tutunamayanlar grubuna, turne yaptırmak. Diğer cezaevlerinde oynamak ve gittiğimiz yerlerdeki mahkumlara, böyle bir şeyin yapılabileceğini kanıtlamak. En başta da oyuncu mahkumları sosyalleştirmek, kendimi ve onları ıslah etmek. Ayrıca bu projenin, belgeselini yapmak istiyorum. Ve Adalet Bakanlığı’ndan destek bekliyorum. Bu en büyük arzum, bu iş belgelenmeli! Örnek: Sezar Ölmeli filmi. Mahkumların beklentisi; özgürlüğün tadına biraz daha varmak.

BİRDENBİRE BURAYA KADAR DEDİLER…

İçimden geldi notu: O vakit, 24 Ekim’de bir maniniz yoksa rotamız Sakarya… Üç günlük ömür sayacına, Geyve Cezaevi’nin Tutunamayanlar’ının kadrajını eklemek ve belki biraz daha özgürlüğün kapısını aralayabilmek umuduyla…

Kelamı Oğuz Atay’la açmıştık o minvalde de yine üstadın şahaneliğiyle kafaları paklayalım: “Ne gördün bütün kapıların birer birer kapandığı bu dünyada? Hangi kusurunu düzeltmene fırsat verdiler? Son durağa gelmeden yolculuğun bitmek üzere olduğunu haber verdiler mi sana? Birdenbire: ‘Buraya kadar!’ dediler. Oysa, bilseydin nasıl dikkatle bakardın istasyonlara; pencereden görünen hiçbir ağacı, hiçbir gökyüzü parçasını kaçırmazdın. Bütün sularda gölgeni seyrederdin. Üstelik, ‘daha önce haber vermiştik’ derler. ‘Her şeyin bir sonu olduğunu genel olarak belirtmiştik. Yaşarken eskidiğini ve eskittiğini söylemiştik.”

KAYNAK:Habertürk.com

 

Yayınlama: 21.10.2013
Düzenleme: 24.10.2013 14:49
877
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.